Yunus ZEYREK
İRFANÎ
Asıl adı Süleyman, mahlâsı İrfanî’dir. O zamanlar Ahıska’nın bir kazası olan Çıldır’ın Kunduzhev köyündendir. Günümüzde harabe olan bu köy, 1877-78 (93) Osmanlı-Rus Harbi’ne kadar şenmiş. İrfanî’nin torunları bugün Çıldır’ın Koravel ve Urta köylerinde yaşamaktadır.
Hoca İrfanî olarak da bilinen âşık hakkında tek kaynak rahmetli Prof. Kırzıoğlu’dur. Ondan bize intikal eden eski yazılı birkaç derleme defterinde İrfanî’yle ilgili notlara rastlamaktayız. Bu notlardan İrfanî’nin XVIII. yüzyılda yaşadığı anlaşılmaktadır. Zira Ahıska Valisi Atabekli Süleyman Paşa’nın onu hapse attırdığına dair rivayeti doğru sayar ve Paşanın da 1771 yılında Ahıska valisi olduğunu göz önüne alırsak, âşıkın yaşadığı çağ iyice anlaşılır.
Bazı rivayetlere göre İrfanî, Ardahan’ın Damal ilçesinde bir Alevi-Türkmen kızına âşık olmuş. Türkmenler bu kızı bana vermez düşüncesiyle kızı kaçırıp onunla evlenmiş. Ardahan-Ahıska yolu üzerindeki Ulgar Dağı eteklerinde bir kilisede yedi sene saklanmış. Bu kilisenin adı Kızkilisesi olduğu belirtilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki burası Posof’un Al köyüdür. Zira günümüzde Ulgar Dağı eteğinde ve bu adla bir kilise kalıntısı bulunmaktadır.
İrfanî, hapisteyken bir deyiş yazıp üzerine de, “Süleyman Paşaya takdim kılınacaktır.” diye not düşer. Bu deyişi, Vali Paşanın medreseye gidip gelirken hapishanenin önünden geçen oğlu Şerif Muhammed’in önüne atar.
Dahi pinhan doğmuş bilmem derdimi,
Derman içün bir lokmana gelmişem.
Çevir Şerif Muhammed’in başına,
Duacıyam kadîm ana gelmişem.
………..
İrfanî mahrumdur bî-neva kuldur,
Aşkın kadimîdir, ârız değildir,
Ya lutuf kıl, ya çirağ et, ya öldür,
Mihr sahibi Süleyman’a gelmişem.
Beyzade çocuk, bu deyişi alır babasına götürür. Deyişi okuyan Vali Paşa, İrfanî’yi serbest bırakır. “Şu Türkmen kızının yakasını bırak!” der.
Bunun üzerine İrfanî şu deyişi söyler:
Bir fakir bûs etse şâh dâmanını,
Tekdir etmek âlişana düşer mi?
Bir yiğidin yaman derdi olmasa,
Derman içün hiç Lokman’a düşer mi?
Şuh didelerim demde olmasa,
Tîğ gamzelerim gamda olmasa,
Pervanenin meyli şem’de olmasa,
Dolanır fırlanır nâra düşer mi?
İrfanî’m der zikrin kesme Mevlâ’dan,
Mecnun neler çekti bilsen Leylâ’dan,
Sefil baykuş lezzet bulsa leyladan,
Firar edüp hiç virana düşer mi?[1]
İrfanî’nin şiirleri Tiflis, Batum ve Erzurum’a kadar yayılmış, halk arasında söylenmiştir. Kendisinden sonra gelen bölge âşıklarını etkileyen İrfanî hakkında bunlardan başka sağlam bilgilere sahip değiliz.
Bugüne kadar İrfanî’yle ilgili geniş çaplı bir araştırma yapılmamıştır. F. Saltkan (Kırzıoğlu), bir destanını ve bir de koşmasını neşretmiştir. Yegâne kaynağı Kırzıoğlu olan bir yazı da M. Halit Bayrı tarafından kaleme alınmıştır. Bu yazıda İrfanî’nin kız kaçırma rivayeti, Azerbaycan seyahati ve orada ünlü şâir Vâkıf’la tanışıp görüşmesinden bahsedilerek iki koşması verilmiştir. [2]
Rahmetli Kırzıoğlu’nun, 1937-38 yıllarında Kars ve Posof’ta yaptığı derlemeleri not ettiği eski yazılı defterlerinden seçtiğimiz, İrfanî’nin şimdiye kadar neşredilmemiş birkaç parçasını veriyoruz.
1.
Şükür olsun Yaradana çok şükür,
Bir derdime bin dermanı getirdim.
Yıllar var ki arzumanın çekerdim,
Peri-peyker nevcivanı getirdim.
Eşk-i firak eden hicran közüdür,
Marifet de Zeliha’nın özüdür,
Sakın deme bir Türkman’ın kızıdır,
Budur güzellerin hanı, getirdim.
Karanlık gecede kamer doğuşlum,
Kasti can alıcı, peykâr vuruşlum,
Melâike sıfatlı, maral bakışlım,
Zülfü süsen o reyhanı getirdim.
Kim bilir İrfan’ın derd-i dilini,
Bülbül gibi gözedirdim yolunu,
Hacil ettim Harmandar’ın ilini,[3]
Ala gözlü bir Türkman’ı getirdim.
2.
Bülbül sedalının, İmran dillinin,
Mübtelâ olmuşam al yanağına.
Eser bâdı saba kalkar çenbere,
Tökülür zülüfden tel yanağına.
Hüsnün kitabını ezberden oku,
Âşıkı bend eder gözlerin şavkı,
İmandan renk alup anberden koku,
Öyle cilve verüp gül yanağına.
Bir gün olur hüsnün bağı derilür,
Deli gönül hayallere sarılur,
İrfanî der akan kanlar durulur,
Değse bu sâilin dil yanağına.
3.
Bizden selâm olsun eşe yârana,
Gama tebdil oldu ülfet çağımız.
Perakende düştü gönül bülbülü,
Orda kaldı bostan ile bağımız.
Hasut çoktur, fitne kalkmaz aradan,
Alnımıza böyle yazmış Yaradan,
İş takdirin, kısmet kalktı buradan,
Ya suyumuz çeker, ya toprağımız.
Başına döndüğüm Yaradan gani,
Yiğit ölse kalır ad ile şanı,
Çok da talaş etme Hoca İrfanî,
Tarlana mukabil olur zağımız.
4.
El çek tabip el çek dertli sinemden,
Sen benim derdime çare bilmezsin.
Sen nasıl tabipsin, yoktur ilâcın,
Yaram içerdendir sara-bilmezsin.
Yıkılsın feleğin tac ile tahtı,
Ok vurdu sineme, hicranım aktı,
Ezelden verdiğin ikrarı ahtı,
Şimdi ikrarında dura-bilmezsin.
Karadır kaşların, gözlerin hayın,
Çekmeyen ne bilir bu aşkın yayın,
Yıktın, viran ettin gönlüm sarayın,
Sen ki bir taşını öre-bilmezsin.
İrfanî’yem bu sırları gizlerim,
Hançer alıp bağrım başın gözlerim,
Ne durursun, ağlasana gözlerim,
Dahi yâr yüzünü göre-bilmezsin.
5.
Ezel bahar yaz ayları gelende,
Açılır bahçede gülü kızların.
Terlemiş terlemiş dökülmüş yüzden,
Akar leblerinden balı kızların.
Hurilerin perilerin eşisin,
Bu divane gönlümün yoldaşısın,
Elli kızın, yüz gelinin başısın,
Sarmağa gelişür beli kızların.
İrfanî der, öldüğümü bilseler,
Yığılıp da cenazemi kılsalar,
Mezarımı yol üstünde kursalar,
Üstünden uğrasa yolu kızların.[4]
[1] Kırzıoğlu notlarında, bu deyişi, 1938 yılında Kars’ta annesinin arkadaşı olan Atbaşoğullarından Hurize Hanımın defterinden aldığını kaydeder.
[2] F. Saltkan (M. F. Kırzıoğlu), Ahıskalı İrfanî’nin Yaş Destanı, Türk Amacı dergisi, S. 5, 1942; Kırzıoğlu, İrfanî’nin Bir Koşması-Çıldır’ın, Doğuş dergisi, S. 63, 1950; M. Halit Bayrı, İrfanî, Türk Dili dergisi, S. 41, 1955.
[3] Harmandar: Âşıkın Türkman sevgilisinin bugün harabe olan köyü.
[4] İrfanî bu deyişi, Ahıska’nın Uravel köyünden Kisatip’e giderken rastladığı kızlar seyranında söylemiş.