Yazar: Rahile BİNALİKIZI
Doktor, gözlerinin feri sönmüş hastasına merhametle baktı. Umut adlı bir şiirin bazı mısralarını hatırladı. Bu mısralar, hastanın hayattan ümidi kestiğine, son saatleri yaşadığını hissettiğine, bu duygular içinde gözlerinin yaşardığına dairdi.
Doktor Ayşe çok üzgündü. Günlerdir başında döndüğü hastasını kaybetme endişesi içindeydi. Ona yaklaşmakta, sorularına cevap vermekte zorlanıyordu ama o doktordu. Hastayı teselli etmek için, “Anneciğim, bugün, düne göre daha iyi görünüyorsun…” dedi.
Hastanın yüzünde uçuk bir tebessüm belirdi.
Hasta kadın fısıltı halinde, “Kızım ben öleceğime değil, yetim torunlarımın ikinci defa yetim kalacağına üzülüyorum. Benden başka kimseleri yok. Sürgün zamanı oğlumla gelinim trende öldü. Ölürken ikisi de çocuklarını bana emanet etti. O zaman Kemal altı yaşında, Nadire üç yaşındaydı. Onlara torunlarımın hem annesi hem de babası olacağıma söz vermiştim. Onlar, gözlerini bu sözlerimin verdiği teselliyle kapadılar. Ancak şimdi anlıyorum ki, hayat bana bu fırsatı vermeyecek.”
Doktor, bu sözler karşısında duygulandı. İçindeki umut ışığını hastaya tutmak istiyordu.
“Bak anneciğim, sen şimdi kendini üzüyor, ümitsizliğe düşüyorsun. Hayata ümitle bakmalıyız. Hiçbir zaman ümidi kesmemeliyiz. Ümit, bazan bir hastalığı yenebilir. Belki senin ileride torunlarınla birlikte geçireceğin güzel günler olacaktır. Senden daha ağır hastaları iyileştirip evine yolladığımız oluyor. Bugün tıp ilerlemiştir. Hem de derdi veren Allah, dermanı da yaratmıştır. Elimizde ümit ve iman ilâçları var. Bu ilâçları öyle kullanmalıyız ki, bize yardım etsin…”
Doktoru bütün benliğini vererek dinleyen benzi sararmış hastanın gözlerinde bir ışık parıltısı belirdi. O sırada içeri dalan torunları Kemal ve Nadire’nin sesleri, onun yüzündeki parıltıyı sevince çevirdi. Son dakikalarını yaşayan hasta, çocukları öptü, gözlerini onlara dikti. Acaba bu gözler ne düşünüyordu? Çaresizlik acısını mı, ayrılık hasretini mi… Bunu anlamak zor. Çünkü hastanın konuşacak mecali yoktu. Sürgün treninde kaybettiği oğluyla gelininin gözlerindeki umut ışığı gibi…
Bunları söyleyen Doktor Ayşe, aslında hastadan ümidi kesmişti; hatta çocukları evlât edinmeyi bile düşünüyordu. Hasta, doktorun bu niyetini sezmişti. Belki yüzündeki parıltı bundandı. Bu parıltıyla yavrulara son bir defa daha sarıldı ve…
Hastahane odasına korku dolu bir sessizlik çöktü.
Bir taraftan çok hazin bir müziğin nağmeleri geliyordu:
Bu dünya bir kızıl küzeye benzer,
Suyu hem tatlıdır hem de ki zeher.
Çok da övünme ki uzundur ömrün,
Ecel köhleninde hazırdır geher.
Çocuklar, ninelerinin öldüğünü anladılar; ancak ağlamadılar. Küçük olmalarına rağmen anne ve babadan sonra ikinci defa büyük bir acıyı yaşadılar. Birbirlerine sarıldılar, yatağında cansız yatan ninelerine mahzunca baktılar.
Küçükler neden ağlamadılar? Belki de ninelerinin, anne ve babalarından daha şanslı olduğunu düşündüler… Çünkü nineleri, anne ve babaları gibi bir hayvan vagonunda değil, başı yastıkta can vermişti. Nine, soğuktan ve açlıktan değil, sıcak bir odada hayata veda etmişti. Şimdi onu konu komşu defnedecekti.
Anne ve babalarının cesetleri vagonun penceresinden atılmıştı. Halbuki ninenin namazı kılınacak, dualarla son yolculuğuna uğurlanacaktı.
Ölümün de çeşitleri var…