Yazar: Yusuf URAMALI
Türk Dünyası Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı tarafından düzenlenen Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı, kardeş Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de başarıyla tamamlandı.
Kurultayın açılış merasimi, 17 Kasımda Gülistan Sarayı’nda yapıldı. Bu merasime Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da katılarak birer konuşma yaptılar. Aliyev ve Erdoğan’ın konuşmaları, yarınlarda yapılması gereken işlerle ilgili aydınlatıcı, ufuk açıcı ve ümit verici mesajlarla yüklüydü. Bu açıdan bakınca, kurultayın artık müesseseleştiği söylenebilir.
Açılış merasimini müteakip verilen öğle yemeği, gönülleri dolduran müzik eşliğinde geçti. Burada söylenen şarkılara, misafirlerin katılması ayrıca anlamlıydı. Bu heyecan, bilhassa Çırpınırdın Karadeniz/Bakıp Türk’ün bayrağına şarkısıyla zirveye çıktı. İnsanın içinden bu şarkıyı şimdi bu saatte Hazar’la birlikte söylemek geliyor.
Aynı günün akşamı, Azerbaycan Millî Tiyatrosu’nda Üstat Şair Bahtiyar Vahapzade’nin Özümüzü Kesen Kılınç adlı eserini seyrettik. Göktürk sarayında Çin entrikalarını ve kahraman Kürşad’ı gördük. Bizde bu tür millî konuların tiyatroda yeterince ve lâyıkıyla işlenmediğine üzüldük… Bu üzüntümüz, ertesi günü Azerbaycan Devlet Opera ve Bale Tiyatrosu’nda seyrettiğimiz Üzeyir Hacıbeyli’nin Leyli ve Mecnun operasında iki katına çıktı. Zira bir şaheser karşısında büyülenmiştik. Herkes birbirine, Türk operasının milletimize neleri seyrettirmek istediğini ve neden sevilmediğini, yana yakıla anlatıyordu.
Şâir Fuzulî’nin eseri, Hacıbeyli’nin müziği ile bir şaheser olmuştu. Millî Tiyatro binasının önündeki büyük Fuzulî heykeline tekrar tekrar gittim, fotoğraf çektim. Bu heykelin arka planındaki binalardan birinin duvarlarına büyük yazılarla şu beyti yazılmış:
Şeb-i hicran yanar canım/Töker kan çeşm-i giryanım
Uyadır halkı efganım/Kara bahtım uyanmaz mı?
Bendeniz daha geçen hafta, fakültede öğrencilere Osmanlı Türkçesinden bahsederken sözü Fuzulî’ye getirmiş, onun büyük bir sanatkâr olduğunu söylemiştim. Hatta bu beytin geçtiği gazeli de okumuştum. Ve şunları ilâve etmiştim: “Siz bakmayın son zamanlarda üstünüze yağdırılan falanın filânın belgesellerine! Osmanlı devrinin en büyük şâiri Fuzulî, son devrin en büyük şâiri de Yahya Kemal’dir. Haftaya Bakü’ye gidiyorum. Nihat Sami Banarlı’nın Resimli Türk Edebiyatı Tarihi’nde gördüğüm Fuzulî heykelinin fotoğrafını çekeceğim, size göstereceğim.” demiştim. İşte sözümü tutuyor, o fotoğrafı bu dergiye koyuyorum. Ve diyorum ki, gençlerimizin ruhuna Fuzulî’nin şiirini buhurdan gibi tütsüleyip ney gibi üflemeliyiz.
Bakü, gerçekten sanatkârlarına sahip çıkmış bir şehir. Benim görebildiklerimden Nizamî, Sabir, Samet Vurgun, Resul Rıza ve hatta Puşkin, Bakü’de hâlâ yaşıyorlar.
***
Kırımlı İsmail Gaspıralı’nın “Dilde fikirde işte birlik” anlayışından yola çıkılarak düzenlenen ve Türk devlet ve toplulukları arasındaki dil ve gönül birliğini hayata geçirmek amacıyla gerçekleştirilen 11. Türk Kurultayı, Azerbaycan’ın millî lideri Haydar Aliyev, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, Ahmet Yesevî, Ertuğurul Gazi, Ali Şir Nevaî ve Türk kurultaylarının önderi Başbuğ Alparslan Türkeş hatırasına saygı duruşuyla başladı.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Türk dili konuşan ülkeler devlet başkanları zirvesi daimî sekreteryasının en kısa zamanda oluşturulmasını istedi. Erdoğan, “Bu çerçevede ortak tarihimiz, üzerinde durulması gereken bir konu olduğunu vurgulamak isterim. Türk dili konuşan ülkelerin daimî bir sekreteryasının kurulmasını öneriyorum. Sekreterya düzenli çalışmalarıyla bu tür kurultayları organize edecektir.” şeklinde konuştu.
Başbakan Erdoğan, Haydar Aliyev ve bu kurultayın müessisi Türkeş’i, Türkiye-Azerbaycan arasındaki ebedî kardeşlik bağlarının mimarları olarak anarken, “Atatürk’ün, Azerbaycan’ın kederi bizim kederimiz, sevinci bizim sevincimizdir, anlayışı, dostluğumuza ve geleceğimize ışık tutmaktadır.” dedi.
Erdoğan’ın, “Aşkabat’tan Taşkent’e, Buhara, Semerkant, Almatı, Bişkek, Lefkoşa, Gümülcine, Ankara ve Kerkük’e selâm olsun!” şeklindeki sözü büyük alkış aldı.
Erdoğan’ın konuşması Azerbaycan Televizyonu tarafından canlı olarak yayınlandı.
Kurultay vesilesiyle Bakü’de bir araya gelen Türk Dünyasının temsilcileri, üç gün boyunca muhtelif komisyonlar hâlinde çalıştılar, görüştüler, konuştular, tartıştılar. Komisyon çalışmalarının yapıldığı konferans salonlarının adları herkese örnek olmalıdır: Tan Yıldızı, Şuşa, Nizamî, Bakü, Kür, Araz…
Nihaî dilek ve temennîler, birer sonuç bildirisiyle ortaya konuldu. Bu bildirilerin bir arada değerlendirilmesiyle de Kurultay Sonuç Bildirisi yayımlandı. Kırk maddeden meydana gelen bu bildirinin en önemli satır başları özetle şöyledir:
Azerbaycan, Türkiye, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Moğolistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Tataristan, Başkurdistan, Altay, Çuvaş, Saha-Hakas, Kırım, Kafkas ve Ahıska Türkleri, İran, Irak-Türkmeneli, Balkan ve Afganistan Türklerinin temsilcileri, Almanya, Amerika, Avustralya, Belçika, İsviçre ve diğer ülkelerdeki Türk topluluklarının temsilcileri bu kurultaya gelmişlerdi. Herkes kendi derdini anlattı. Burada öne çıkan en önemli husus, Türk devlet ve toplulukları arasındaki birliğin kuvvetlendirilmesiydi. Ticaret, iktisat, siyaset ve kültür sahalarında iş birliği arzuları dile getirildi. Dünya siyaset ve ticaretinde bir varlık göstermek ve ayakta kalmak için bunun şart olduğu belirtildi.
Bize göre bu kurultayda öne çıkan en önemli husus, daha önce Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev tarafından dile getirilen Türk Devlet Başkanları Zirvesi Sekreteryasının faaliyete geçirilmesiyle ilgili görüştü.
Kurultayda Ermeni kaynaklı illetin sebep olduğu facia, iftira, kin ve düşmanlığıN üzerinde duruldu. Bu cümleden Karabağ ve çevresinin işgal altında tutulmasının, Türk dünyasının kanayan bir yarası olduğu özellikle belirtildi. Bu konuda bütün Türk dünyasının Azerbaycan’ın yanında olması gerektiğine dikkat çekildi. Ayrıca Türk devletlerinin Hocalı katliamını gündemde tutmaları ve bu faciayı soykırım olarak kabul etmeleri istendi.
KKTC’nin maruz kaldığı izolasyonların devam etmesiyle, Avrupa’nın insan hak ve hürriyetleriyle demokrasi tezlerinde samimî olmadığı ifade edildi. Bu hususta da Türk siyasetine destek verilmesi istendi.
Irak’ın işgaliyle kuduran PKK terörü lanetlendi ve Irak Türkmenlerinin yalnız bırakılmaması üzerinde duruldu.
Türk Dünyası Kurultayı, Ahıska Türklerini de unutmadı. Gürcistan hükümeti tarafından geçen temmuz ayında çıkarılan Vatana Dönüş Kanunu hatırlatılarak, sürgündeki Ahıska Türklerinin vatana dönüşünde bütün Türk devletlerinin elden gelen yardımı yapmalarının zaruretine işaret edildi.
Burada şu husus da ilâve etmeliyiz: Ahıskalılar, bu kurultayı iyi değerlendirip kendilerini gösterememişlerdir. Bunun sebebi de davanın, iyi yetişmiş, bilgili ve samimi ehil ellerde olmamasından kaynaklandığı görüşündeyiz.
Kurultay, Türk devlet ve toplulukları arasında ilgi ve iş birliğinin geliştirilmesi için ortak alfabe çalışmalarına başlanmasının gereğine işaret etti. Ayrıca Türk Dünyası İlimler Akademisi’nin kurulması için gerekli hazırlıkların yapılması fikrini benimsedi. Ortak tarih, edebiyat, din ve ahlâk kitaplarının hazırlanarak okullarda okutulmasını tavsiye etti.
Kurultayın üçüncü günü kapanış konuşmaları yapıldı. Önce 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, nevi şahsına münhasır meşhur üslubuyla bir konuşma yaptı. Attila, Divanü Lügati’t-Türk, Dede Korkut ve Ahmet Yesevî’den Atatürk’e, 1967 Sovyetler Birliği seyahatinden, İslâm Kerimov ve Haydar Aliyev’e kadar geniş bir tarih ve coğrafya atlası canlandırdı. Birincisinden başlayıp bugüne kadar bütün kurultaylara iştirak ettiğini belirterek, latifeyi yerine koydu: “Vaa mı benden başka bu kurultayların on birine de katılan?” diye sordu! Bu soruya evet diyebilen bir kişi vardı: Bütün kurultayların mimarı eski Devlet Bakanı ve Vakıf Başkanı Prof. Dr. Abdülhalûk Çay.
Azerbaycan milletvekili Kenire Paşayeva, Süleyman Demirel’e Türklerin tarihî sazıyla ve Dede Korkut’un hatırası olan kopuzu hediye etti.
Şurada burada şahit olduğumuz birçok eleştiriler var. Bu eleştirilerin bir kısmı haklı olsa da, Sayın Çay’ın gayret ve samimiyetine gölge düşüreceğini düşünemiyoruz. Lakin her faaliyette olduğu gibi burada da güven duygusunun bazıları tarafından istismar edildiği söylenebilir. Bunun önüne geçmek, kurultayları daha anlamlı ve verimli kılmak için her aydının üzerine düşeni yapması gerekir. O da samimî olmak, ilgisiz ve liyakatsizleri bu güzel faaliyetten uzak tutmakla mümkündür.