Gürcistan’ın Sürgündeki Ahıska Türkleriyle İlgili Çıkardığı Kanun Üzerine Düşünceler

Yazar: Yunus ZEYREK

Giriş

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Perestroyka rejimiyle çözülme sürecine girdiği bir dönemde, 1989 yılında, Özbekistan’ın Fergana Vadisinde meydana gelen olaylarla dünya bir halkı keşfetmiş oldu. Fergana’da yaşanan olayları dünyaya duyuran ajanslar, Özbek-Mesket çatışmalarından bahsediyordu. O güne kadar Meshet/Mesket adını duymamış olan Türk ve dünya kamuoyu bir şaşkınlıktan sonra bu halkın, 1944 yılında Gürcistan’ın Türkiye sınırındaki Ahıska bölgesinden sürülen Türk topluluğu olduğunu anladı. Kendilerini Türk olarak tanımlayan ve Mesket adını bilmeyen bu topluluğa Gürcüler Türk demiyor, Meshet diyordu.

Stalin, İkinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli suçlar isnat ederek Volga Almanlarını, Kırım, Balkar ve Karaçay Türkleriyle Çeçen ve İnguşları Orta Asya’ya sürdü.

İkinci Dünya Savaşı’na kırk bin gencini gönderen Ahıska Türkleri, hiçbir suç isnat edilmeden, savaşın sonu göründüğü bir tarihte, 15 Kasım 1944’te Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a sürüldüler. Sürgün ahalinin bir kısmı, Ahıska’ya dönme ümidiyle 1958’de Azerbaycan’a geldi. Stalin’in ölümünden sonra o dönemde sürgüne gönderilen bütün topluluklar vatanlarına döndüğü halde Kırımlılar ve Ahıskalıların vatana dönmelerine müsaade edilmedi. Fergana olaylarıyla başlayan olumsuzluklar, sürgün halkın, yeni yollar aramasına yol açtı. Bir kısmı Rusya, Ukrayna ve Türkiye’ye göç ederken bir kısmını da ABD kabul etti.

SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan Gürcistan, 1999 yılı nisanında Avrupa Konseyi’ne üyelik başvurusu yaptı. AK, Gürcistan hükümetinden Ahıskalıların vatana dönüş meselesinin halledilmesini şart koştu. AK’ye göre, bu tarihten itibaren iki yıl içinde gerekli kanunî düzenlemeler yapılacak, üçüncü yılda dönüşler başlatılacak ve 2011 yılında bu mesele tamamen ortadan kalkmış olacaktı.

Gürcistan, Avrupa Konseyi şartını kabul etmiş olmasına rağmen gönülsüz davrandı, işi ağırdan aldı ve türlü bahanelerle yedi seneyi geride bıraktı.

Bu yedi sene, birçok ülkede, darmadağınık bir halde yaşamak zorunda bırakılan Ahıskalılar için her yönden zararlı olmuş, halkın daha da dağılmasına yol açmış, birçok kişinin ümidini kırmış, alternatif arayışlara yöneltmiştir.

Önümüzdeki kanun/veya kapı

Nihayet 2007 yılında Gürcistan Parlamentosu bir kanun çıkarmış ve ortaya koymuştur. Bu kanun vatanın kapılarını açıyor mu açmıyor mu? Bu soruya cevap vermek için söz konusu kanunu gözden geçirmek lâzım.

Gürcistan Parlamentosunda kabul edilen ve Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili imzasıyla 11 Temmuz 2007 tarihinde yayımlanan, “Eski Sovyetler Birliği Tarafından 20. Yüzyılın 40’lı Yıllarında Gürcistan’dan Zorla Göçe Tabi Tutulan Şahısların Geri Dönüşü Hakkında Gürcistan Cumhuriyeti’nin 5261-PC Sayılı Kanunu” başlığını taşıyan metin elimizdedir. Hukukçular, bu metni mutlaka değerlendireceklerdir. Fakat biz, bu kanun metninin bize ne söylediğini, ne söylemediğini tartışmak istiyoruz.

On iki maddeden meydana gelen bu kanunun maddelerini sırayla zikrederek 1944 felâketinin mağdurları için neler vaat ettiğini özetleyelim:

Söz konusu kanunun amacını belirten birinci madde, başlıktaki ifadeyi tekrar kullanarak devam ediyor: “20. Yüzyılın 40’lı yıllarında eski SSCB tarafından Gürcistan’dan tehcir edilmiş kişilerin ve çocuklarının geri dönüşü için kanunî mekanizmaları oluşturmak, işbu kanunun amacını oluşturur. İşbu kanunla oluşturulan geri dönüş düzeni, tarihî adaletin yerine getirilmesi, şerefli ve gönüllü şekilde dönüşün sağlanması ilkesini esas almakta ve geri dönüşün aşamalı olarak gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır.”

Bu ifadelerde birbiriyle çelişen iki husus göze çarpmaktadır. Bir sürgünün olduğunu kabul ederek sürgün ahalinin şerefli bir şekilde dönüşünü temin etmek, böylece tarihî adaleti yerine getirmekten bahsetmek, olumlu ifadelerdir. Diğer taraftan 15 Kasım 1944 felâketini, “kırklı yıllar” ve mağdur halkın adını anmadan, “zorla göçe tabi tutulmuş kişiler” şeklinde anmak, trajediyi ya inkâr etmek ya da hafife almaktır! Halbuki Stalin’in 31 Temmuz 1944 tarihli kararnamesi, bu sürgünün kurbanlarını açıkça belirtmektedir. Avrupa Konseyi kararlarında da bu halk bir Türk topluluğu olarak anılmaktadır. Hal böyleyken, bu kanun, daha giriş bölümünde meseleye nasıl yaklaştığının ipuçlarını vermektedir. Burada geçen “aşamalı dönüş” ne anlama gelmektedir? Yani daha önceki taslakta geçen kota mıdır? Eğer öyleyse ne zaman başlayıp ne zaman sona erecektir? Dönüş süreci hangi zaman dilimi içerisinde tamamlanmış olacaktır? Avrupa Konseyi’ne taahhütte bulunulduğu gibi dönüş süreci 2011 yılında tamamlanmış olacak mıdır?

İkinci maddede kanunda kullanılan terimler açıklanmaktadır. Burada Stalin’in söz konusu kararnamesine atıfta bulunularak zorla göçe tabi tutulan kişi, vatana dönen kişi, vatana dönen kişi statüsü vs. gibi sözler izah edilmektedir! Buradan anlaşılıyor ki bu kanunu hazırlayanlar, o kararnamenin mahiyetini bilmezlikten gelmektedirler. Bu açıdan bakıldığında birinci maddedeki ifadelerin garipliği daha açık olarak görülmektedir. 1944 yılının 31 Temmuzunda çıkan kararname, sürgüne gönderilecek halkın adını Türk olarak belirtmiş ve bu karar aynı senenin 15 Kasımında uygulanmış, Gürcistan’ın Ahıska bölgesinde yaşayan Müslüman Türk ahaliyi sürgüne göndermiştir. Bu sürgün halk, Avrupa Konseyi’nin 4 Şubat 2005 tarihli on sayfalık raporunda ve aynı sene yayımlanan 1428 numaralı kararda Türk olarak tanımlanmaktadır. Şimdi Gürcistan’ın sözüm ona dönüş kanunu, bu fecî olayı, “20. Yüzyılın 40’lı yıllarında” gibi muğlâk bir ifadeyle anmakta ve ahaliyi de “Zorla sürgüne gönderilen şahıslar” olarak isimlendirmektedir. Bu ifadelerden, kanunu çıkaran iradenin, sürgün olayını ve mağdurlarını tarif etmede bir sıkıntı içinde olduğu anlaşılmaktadır.

Kanunun üçüncü maddesi, vatana dönen kişi statüsünü almak için başvurma hakkına sahip kişilerin belirlenmesiyle ilgilidir. Bu madde, vatana dönmesi gereken sürgün ahaliyi tasnife tabi tutarak dönmek isteyenlerin bir elemeden geçirileceğinden bahsetmektedir. Buna göre vatana dönen kişi statüsü kazanan kişilerin bir elemeyle tespit edileceği anlaşılmaktadır. “Dönüş için dilekçe verme hakkı bulunan kişi” ne demektir? Yani sürgün edilmiş bir halkın, bir kısmının dönüş için dilekçe verme hakkı olmayacak mıdır? Bu ayrım neye göre yapılacaktır? Burada hangi hukukî normlar kullanılacaktır? Bu maddenin ikinci fıkrasında, işler iyice sarpa sardırılmakta ve karmaşık hâle getirilmektedir: Başvuru yapanın durumu incelenecek, “Eğer ona muvafakat verilirse eşine ve yetişkin olmayan çocuklarına da vatana dönen kişi statüsünü kazanmak amacıyla başvuruda bulunma hakkı verilecektir.” İlk başvuranın durumu ne kadar zaman içinde sonuçlanacak, ne kadar zaman içinde muvafakat verilecek, eşi ve çocuklarının müracaatı ne zaman içinde olacak, onlarınki ne zaman sonuçlanacak ve bu aile ne zaman dönecek? Bu hususlar karanlık! Kaldı ki burada bir de yetişkin olmayan çocuklardan bahsedilmektedir. Peki yetişkin olanların baba yurduna dönme hakları yok mu? Anlaşılır gibi değil…

Kanunun dördüncü maddesi, vatana dönen kişi statüsünü almak için başvuruların yapılmasıyla ilgilidir. Burada, vatana dönecek kişilerin müracaat sırasında vermeleri gereken belgeler sıralanmaktadır. Buna göre bir şahıs, vatana dönen kişi statüsünü kazanmak için, “Vatandaşı olduğu veya yasal ve daimî olarak ikamet ettiği ülkede bulunan Gürcistan temsilciliğine başvurmalıdır.” denilmektedir. Buradaki yasal ve daimî ifadesinden neyi anlamamız gerekir? Sürgün ahalinin bir kısmı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra birtakım mahallî olaylar sonucu yaşamakta olduğu yerden ayrılmak zorunda kalmış, gittiği ülkenin vatandaşlığını da alamamıştır. Meselâ Rusya ve Ukrayna’da bu şekilde yaşayanlar, vatana dönüş için müracaat edemeyecekler mi?

Bu madde, müracaat edenlerden şu belgelerin de isteneceğini belirtmektedir: Sürgün belgesi, başvuran şahsın yaşamakta olduğu ülkenin verdiği vatandaşlık belgesi, doğum belgesi, ikametgâh belgesi, sabıka belgesi, aile bilgileri (nikâh, boşanma, doğum belgesi vs.), sağlık  durumuyla ilgili bilgiler, özel bilgilerin yanı sıra başvuru yapan şahsın  uyrukluğu ve bildiği diller hakkında bilgi veren özgeçmiş, zorla sürgüne gönderilen şahsın eşi ve  yetişkin olmayan çocuklarının da başvurmaları için sürgün şahsın muvafakat belgesi, malî durumu ve mal varlığı hakkında bilgiler…

Bu kadar belgenin ne işe yarayacağı tartışma götürür bir keyfiyettir. Burada geçen sürgün belgesi ne demektir? Yani sürgüne gönderilirken insanlara birer sürgün belgesi mi verilmiş? Böyle bir şey yok! Doğum, ikametgâh ve sabıka belgeleri, normal gibi görünse de bu belgelerin temininde, insanların yaşamakta oldukları yerlerdeki mahallî bürokraside neler yaşanacağını hesaba katmak gerekir! Eski Sovyet coğrafyasındaki rüşvet ve iltimasın durumunu bilenler, bunun nasıl yürüyeceğini anlarlar.

Dördüncü maddenin dördüncü bendi, bu belgelerin Gürcüce veya İngilizce olmasını şart koşmaktadır. Binlerce kişi onlarca Rusça belgeyi Gürcüce veya İngilizceye tercüme ettirecekler! Bu, yeni bir sektör ve yeni bir mücadele safhasından başka bir şey ifade etmemektedir! Bu dayatma, sürgün halkın kimliğini ve dilini hiç hesaba katmama anlamına gelmektedir.

Yine bu maddenin altıncı bendi, yukarıdaki belgeleri temin edemeyenlerin, “inandırıcı objektif bir sebep” ortaya koymalarını istemektedir. Bir sebebin inandırıcı ve objektif olmasının ölçüsü nedir? Bu husus, başlı başına sübjektif olup keyfîlikten başka bir şey ifade etmemektedir.

Dördüncü maddenin son bendi, vatana dönen kişi statüsünün kazanılmasıyla ilgili başvurunun 1 Ocak 2009 tarihine kadar yapılabileceğini belirtmektedir. Yani başvurular, 2008 yılı başında başlayacak, 2009 yılı başında bitecektir; tam bir yıl! Bu süre çok uzun değil mi? Başvuru süresini bu kadar uzun tutmanın amacı nedir?

Kanunun beşinci maddesi, vatana dönen kişi statüsü için verilen dilekçelerin kayıt işlemleriyle ilgili düzenlemelerden bahsetmektedir. Buna göre, başvurular numara verilerek kaydedilecek, belgeler kontrol edilecek, “Herhangi bir eksiklik bulunmadığı takdirde başvuran kişi, vatana dönen kişi statüsünü almak isteyen şahıs olarak kaydedilecektir.” Her şey tamam olsa dahi ‘vatana dönen kişi statüsü’ değil ‘geri dönme statüsünü almak isteyen şahıs’ olabilecektir! Bu ne kadar dolambaçlı yol? Adeta sırat köprüsü! Belgelerinde eksiklik olana, tamamlaması için üç aylık süre verilecek…

 Altıncı madde, vatana dönen kişi statüsü almak isteyen şahısların vatana dönen kişi statüsünü kazanmasıyla ilgili müracaatların değerlendirilmesini düzenlemektedir. Buna göre başvuru bilgi ve belgeleri Bakanlıktaki merkezin bilgi bankasına işlenecekmiş. Bu başvuruların  değerlendirilmesi, 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren başlayacakmış! Bu başvuru belgeleri, İçişleri Bakanlığına ve gerektiğinde diğer makamlara gönderilecekmiş! Bu makamlar ne zaman değerlendirip ne zaman sonuçlandıracak, belli değil!

Yedinci madde, müracaatların değerlendirmesiyle ilgili ek prosedürlerden bahsetmektedir! Burada “Gürcistan Hükümeti, vatana dönen kişi statüsü verilmesinin değerlendirilmesinde ek talepler belirleme hakkına sahiptir.”denilmektedir. Ek talepler ne demektir? Bu cümle, bir kanunun değil keyfîliğin ifadesi değil mi? Bu maddenin ikinci fıkrası, sivil entegrasyon amaçlı mülâkat ve testlerden bahsetmektedir. Neyin mülâkatı, neyin testi? Hele üçüncü fıkradaki Gürcüce bilenlere öncelik verilmesiyle ilgili hüküm, tam bir zorbalıktır! Ana dili Türkçe olan bu insanlar, eğitim dili Rusça olan bir ülkede Gürcüce’yi nerede nasıl öğreneceklerdi?

Sekizinci maddede nihayet sadede geliniyor ve vatana dönen kişi statüsünün verilmesinden bahsediliyor. Bir düzine belge toplayan ve yedinci maddenin dar boğazlarından geçen sürgünlere dönüş izni verilip verilmemesiyle ilgili rapor hazırlanıyor! Mülteciler ve İskân Bakanı, bu rapora göre müracaat sahibini vatana dönen kişi statüsü veriyor veya vermiyor! Eğer sonuç olumluysa, bir ay içerisinde müracaat sahibine vatana dönen kişi statüsünü gösterir belge verilecektir.

Dokuzuncu madde, vatana dönen kişi statüsüne istinaden Gürcistan vatandaşlığına geçiş sürecini düzenlemektedir. Vatana dönen kişi statüsü kazanan kişi bu hakkı kendisine tebliğ edildikten sonra altı ay içerisinde, vatandaşı olduğu ülkenin vatandaşlığını reddettiğini ispatlayan belgeleri Bakanlığa ibraz etmek zorundadır. Bundan sonra bir yıl içerisinde Gürcistan vatandaşlığının alınmasıyla ilgili taleplerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Yani sürgün şahıs, daha önce sahip olduğu bir vatandaşlığı bırakacak, hiçbir garantisi olmadığı hâlde bir yıl Gürcistan’ın kararını bekleyecek! Bu anlayış nereden bakılırsa bakılsın ne insanî, ne de hukukîdir!

Onuncu madde, vatana dönen kişi statüsünün askıya alınması veya iptal edilmesiyle ilgilidir. Bu statüyü aldıktan sonra suç işlenmesi durumunda, emniyet organları tarafından dosyanın kapatılmasına veya mahkeme tarafından bu şahıs lehine karar alınmasına kadar şahsın vatana dönen kişi statüsü askıya alınabilecektir. Kişinin suç işlemesi, suça teşvik ve tahrik edilmesi göz ardı edilmemelidir. Sürgünde yaşadığı ülkenin vatandaşlığını bırakmış olan bu kişi şimdi ne yapacaktır? Bazı durumlarda da bu statü iptal edilebilecektir. Bunlar arasında zikredilen, “Gürcistan veya yabancı ülke vatandaşlığına geçmesi durumunda” ifadesi belirsizdir. Her hâlükârda bu maddenin bütün şıkları suistimallere ve keyfî uygulamalara müsaittir.

On birinci maddede kanunun yürürlüğe girmesi için gerekli işlemler sıralanmaktadır. Bu maddenin birinci bendiyle, 1 Ocak  2010 tarihine kadar vatana dönen kişi statüsünü haiz şahıslara kolay usulle Gürcistan vatandaşlığının verilmesiyle ilgili bir kararname çıkarılacağı bildirilmektedir. Yani 1 Ocak 2008’de başlayan süreç tam iki yıl sürecek ve 1 Ocak 2010 tarihinde dönüş kararnamesi çıkarılacak!

On ikinci madde, kanunun yürürlüğe girmesiyle ilgili hükümleri ihtiva etmektedir. Burada, geri dönüş sürecinin 1 Ocak 2008 tarihinde başlayacağı bir daha belirtilmektedir.

Sorumuzun cevabı

Yukarıda, bu kanunun vatan kapılarını açıp açmadığını sormuştuk. Kanun maddelerini inceledikten sonra cevabımızı verebiliriz. Evet, bu kanun vatan kapılarını açmaktadır. Bir kere bu kanunla sürgün olayı kabul edilmekte, sürgüne gönderilen insanların yurda dönüşüyle ilgili bir süreç başlatılmaktadır.

İşin olumlu tarafı budur.

Ama nedense sürgüne gönderilen insanların bir haksızlığa uğradıkları, canları tehlikeye atıldığı, birçok insanın hayatını kaybettiği, malları yağmalandığı, hukuku çiğnendiği gibi insanî ve hukukî cihetlerin zikredilmesinden kaçınılmıştır. Bu anlayışla hazırlanan kanun, sürgün ahaliye sadece dönmekten bahsetmektedir! Bu ahalinin sürgün öncesi yaşadıkları Ahıska vilâyetinin adı geçmemektedir. Ama bunun pratikte nasıl olacağını iyi takip etmeliyiz. Şurada burada söylenen “Ahıska’ya olmaz!” sözlerini ciddiye almak istemiyoruz.

Bu hususlar, kanunun olumsuz taraflarıdır. Bundan dolayıdır ki amaçla ilgili ilk maddede ifade edilen “İşbu kanunda öngörülen geri dönüş süreci, tarihî adaletin gerçekleştirilmesi, söz konusu şahısların şerefli ve gönüllü geri dönüşünün sağlanması ilkesine dayanmaktadır.” sözü havada kalmaktadır. Zira kanun metninin hemen hiçbir hükmü bu amaca yönelik değildir. Hele başlangıçta yer alan ve ne anlama geldiği açıklanmayan “aşamalı dönüş” kanunun ciddiyet seviyesiyle ilgili fikir vermektedir. Bir gece içinde sürgüne gönderilen halkın dönüşü, bu dönüşün gerçekleşmemesi için belki yüz yıla yayılacaktır. O zaman “tarihî adalet ve şerefli geri dönüş” ten bahsedilebilir mi?

Birinci ve ikinci maddelerde, hakkında kanun çıkarılan topluluk belirtilmemekte, bir tarihte Gürcistan’dan zorla sürgüne gönderilen (sanki gönüllü sürgün olurmuş gibi) birtakım şahıslardan bahsedilmektedir. Kanun metninin giriş kısmı, zulme maruz kalmış ve yıllarca vatan özlemi çekmiş bir halkın gönlüne su serpen ifadelerle başlamalıydı. Daha girişte, insanları kendi yurduna kavuşturma amacı belirtilmemiş, adeta gökten inmiş ve vatanı olmayan suçlu bir topluluğa bin bir müşkilâtla herhangi bir yer gösterme lutufkârlığı öne çıkarılmıştır. Halbuki bu halk, 63 seneden beri vatan yolu gözlemektedir!

Üçüncü maddede, vatana dönmek isteyenleri ne gibi maratonun beklediği birbiri ardına sıralanmıştır. Bunları okuyan bir sürgün, nasibini başka diyarda arayacaktır. Zira bu madde, vatanına dönmek isteyen bir kişinin ve yakınlarının önüne başı sonu belirsiz şartlar çıkarmaktadır.

Üçüncü maddenin karmakarışık işlemleri, dördüncü maddede akla gelen gelmeyen bir yığın belge talebiyle devam etmektedir. Öyle ki kişiler bildiği dillerden bile değerlendirmeye tabi tutulacaklardır! Bir kişi başvuracak, başvurusu kabul edilirse bu şahsın muvafakatiyle eşi ve yetişkin olmayan çocukları da başvurabilecek! Yetişkin çocuklar(!) ne yapacak, belli değil…

Beşinci ve altıncı maddeler, vatana dönmek isteyenlerin müracaatlarını reddetmek için kurulmuş tuzaklarla doludur. Hangi memurun, nerede, hangi bahaneyi öne süreceği bilinmeyen uzun ince bir yolda, işlemlerin nasıl yürütüleceği dala budağa sarılmaktadır.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kanun yapıcı, yedinci maddede, “Bu kadar engeli atlarsan, ek bir engel daha koyabilirim!” anlamına gelen “Ek taleplerde bulunabilirim!” demektedir. Mülâkattan ve Gürcüce testlerden bahsetmektedir. Bilmem kaç yaşına gelmiş insanları hangi mülâkattan geçireceksin? Neler soracaksın? Bu vatana dönüş kanunu mu, Gürcülük sınavı yönetmeliği mi?

Burada adını anmak istemediğimiz Gürcistan’da kurdurulan paravan derneklerin faaliyetinden bahsetmek istemiyoruz. Zira kanun çıkaran bir devletin, meseleyi bu tür karanlık şebekelerle ilişkilendireceğini zannetmiyoruz.

Sonuç

Bu kanun, asırlardan beri yaşadığı topraklardan sökülüp atılmış, yıllarca acı çekmiş, can ve kan kaybına uğramış yaralı bir halkın psikolojisini anlamamış görünmektedir.

Bir başka önemli husus, tarihî adalet ve şerefli bir dönüşten bahseden bu kanunun gerçekten şerefli olması için sürgün öncesi yaşanan vilâyetin adı anılmalıydı. Ahıska adı kanunda zikredilmediği gibi, konuştuğumuz Gürcü yetkililer de, “Gürcistan onların vatanı” diyerek vatan konusunu sulandırmakta, türlü bahanelerle Ahıska’ya kesinlikle yerleştirilmeyeceklerini ifade etmektedirler. Bu fikrin, uygulamada değişeceğini ve daha anlayışlı davranılacağını ümit ediyoruz. Gürcistan’ın etnik meselelerle ilgili kaygılarını anlıyoruz. Ama bu meselelerde Ahıskalıların zerre kadar bir rolünden söz edilemez.

Gürcü tarafıyla yaptığımız görüşmelerde, bölgedeki Ermeni tehdidinden söz edilmektedir. Ermenilerin Ahılkelek merkezli siyasî faaliyeti bilinmektedir. Bugün Ermenilerle meskûn olan bu bölge, Gürcistan açısından iç açıcı bir manzara arz etmemektedir. Fakat Gürcistan, Ermeni tehdidine daha ne kadar boyun eğecektir? Bir devletin kendi hakimiyet sahasında bir etnik nüfuza boyun eğmesinin faturası Ahıskalılara çıkarılmamalıdır. Ahılkelek için böyle düşünülse bile Ahıska, Hırtız, Asmiza, Azgur ve Adigön bölgelerinde bir Ermeni hakimiyeti bulunmamaktadır. O hâlde dönüş yerinin adresi bellidir. Zaten Ahıska’da bir Ermeni tehdidinden söz edilemeyeceğini biliyoruz.

Söz konusu kanunda, Gürcistan’a döneceklerin hangi hak ve hukuka sahip olacaklarına dair ifadeye rastlamadık. Halbuki sürgünden önce bu halkın eğitim dili Türkçe olan okulları vardı. Elbette bir ülkenin resmî dili olacaktır. Ama totaliter rejim zamanında bile tanınan millî haklarının demokratik rejimde inkâr edilmesi anlaşılmaz bir durumdur.

Kanun, sürgün halkın askerlik, çalışma, sağlık ve sosyal güvenlik, emlâk, sivil toplum örgütlenmesi ve eğitim meseleleriyle ilgili hususlarda da bir düzenlemeden söz etmemektedir. Müracaat döneminin iki sene süreceğini karara bağlayan kanun, dönüş sürecinin ne zaman tamamlanacağından bahsetmemektedir. Müracaat sürecinin her safhasını uzun zamana yayılması ve bürokratik işlemlere ağırlık vermesi, işin yıldırmaya dönük olduğunu akla getiriyor. Eğer uygulama da bu anlayışla yürürse, bu kanun, bir kanunsuzluk örneği olarak tarihe geçer.

Denilebilir ki, Gürcistan’ın Avrupa Konseyi’ne müracaat ettiği 1999 yılında başlayan kanun hazırlama süreci, bunca uzun zamana yayılmış olmasına rağmen iyi değerlendirilememiştir. Biz, 2006 yılı haziranında Strasburg’a giderek beş dilde hazırlanmış olan bir kanun taslağı kritiğini Konsey ilgililerine sunduk. Bu broşürde yer verdiğimiz kaygıların bazıları giderilmiştir. Fakat bazı hususların zikredilmediğini veya açıkça belirtilmediğini müşahede etmekteyiz.

Öyle anlaşılıyor ki Ahıska Türklerinin sivil toplum kuruluşları, üzerine düşeni yapmamış, meseleyi takip etmemiştir. Bu arada Türkiye diplomatik çevreleri, Türk sivil toplum ve inisiyatif grupları ile Türkiye medyasının da bu meselede sorumluluğunu yerine getirdiği söylenemez.

Diğer taraftan meseleye sahip çıkan ve takip eden Avrupa Konseyi, zamanla ilk ciddiyetini kaybetmiş, konunun sulandırılmasına göz yummuş, kendi koyduğu şartların çiğnenmesine seyirci kalmıştır, denilebilir.

Burada andığımız çevreler, meselenin önemini kavrayıp, dost ve komşu Gürcistan nezdinde girişimlerde bulunarak bu kanunun hiç olmazsa uygulamada daha insanî bir çizgiye çekilmesine gayret etmelidirler. Aksi takdirde özelde Ahıska Türklerinin yarası sarılmış olmayacak, genelde insanlığın vicdanı kanamaya devam edecek, bölge barışına katkıda bulunulmayacak ve Gürcistan bir haksızlığın müsebbibi olarak anılacaktır.