Ahıska Meşhurları – IV

20.   Said Bey

Sicill-i Osmanî, Şerif Mehmet Paşanın biraderi olarak gösterse de doğrusu oğludur.[1] Hakkında fazla bilgiye sahip değiliz. Kapucıbaşı olmuştur. Sicill-i Osmanî, 1832 yılında, Acaralı Hamşioğlu Ahmed Paşanın biraderi Kör Hüseyin Beğ tarafından haksız yere öldürüldüğünü belirtmektedir.[2] Bu elîm vakadan dolayı yakınları arasında “Şehit Said Beğ” diye anılmıştır.

 

21.  Yusuf Cemil Efendi

Sicill-i Osmanî, onun Ahıskalı Abdullah Beğin sülâlesinden olduğunu belirtmektedir. İstanbul’da Kapı Çukadarı, sonra Kapu Kethüdası olmuştur. Devletin ileri gelenleri arasına girmiş, Mülkiye zümresinin birinci sınıfında yer almıştır. 1880 yılı ilkbaharındaAnadoluhisarı’nda yüksek bir tepede bulunan kasrında vefat etti. Mezarı Anadoluhisarı’ndadır. Oğlu, Ali Beğdir.[3]

Yusuf Cemil Efendi, Halep ve Şam vilâyetlerinde kapı kethüdalığı yapmıştır.[4]

 

22.   Âli Beğ

Âli Beğ, Türk tiyatro tarihinin en önemli simalarından biridir. Ahıskalı Kethüda Yusuf Cemil Efendinin oğlu olup 1844 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası, özel hocalar tutarak oğlunu yetiştirmiş ve devrin geçerli batı dili olan Fransızca’yı öğretmişti.

Bâb-ı Âli Tercüme Odasına memur olarak giren Âli Bey, taşra mutasarrıfı olmuş, valilik yapmıştır. 1877’de Osmanlı-Rus Savaşı başladığında Âli Bey, Osmanlı Eyaleti olan Bulgaristan’ın Varna şehri Mutasarrıfıydı. Savaşın aleyhimize sonuçlanması üzerine İstanbul’a döndü. Tecrübe, vatanseverlik ve yabancı dil bilme özellikleriyle bilinen Âli Bey, Düyûn-i Umumiye (Devlet Borçları İdaresi) Müfettişliğine atandı. Düyun-ı Umumiye Müfettişi olarak doğu vilâyetleri ile Irak’ta bulundu, oradan Hindistan’a geçti.[5]

Âli Bey, 1890-1893 yılları arasında Trabzon Valiliği yaptı. Trabzon Tarihi, bu göreve 1888 tarihinde geldiğinden bahisle onunla ilgili şu ifadelere yer vermektedir: “Âli Beyefendi, geniş ve ileri görüşlü bir devlet adamıydı. Padişah Sultan Abdülhamid’in tiyatroya karşı olan düşmanlığını bildiği hâlde Trabzon’da tiyatro çalışmaları yaptırdı. Jurnal edilmesine rağmen yılmadı. Sosyal hayatı geliştirmeye çalıştı. Samsunlu Hristiyan bir kızla evlendi. Âli Bey, spora da değer verir, ata binmesini sever, valiliğe atla gidip gelirdi.[6]

Âli Bey, valilik görevinden sonra tekrar Düyûn-i Umumiye’ye döndü ve buranın genel müdürü oldu. Bu görevinden dolayı Direktör Âli Bey adıyla anıldı. 3 Şubat 1899 tarihinde vefat etti. Mezarı Anadoluhisarı’nda Göksu Mezarlığındadır.[7]

Ölümünden sonra ondan bahseden Servet-i Fünun dergisi, yönetici olarak bulunduğu yerlerde kültür faaliyetine çok değer verdiğinden bahisle, “Kendisiyle övünebileceğimiz Osmanlı ediplerindendi.” demektedir.

Bir yanda devlet görevi yaparken bir yandan da çağının düzensizliklerini konu edinen  tiyatro ve mizah yazılarıyla edebiyat dünyasında yer almıştır.

Diyojen gazetesinin başlıca yazarı olan Âli Beyin, “Gölge etme, başka ihsan istemem.” sözünü dilimize kazandırdığı da söylenir. O, Güllü Agop tiyatrosunun telaffuz öğretmenliğini yapmıştır. Bu sahnede oynanmak üzere, Geveze Berber, Kokona Yatıyor, Misafir-i İstiskal, Çıngırak, Abdi Ağa gibi oyunları kaleme almıştır. Fransız yazarı Molier’den Ayyar Hamza ve Memiş Ağa gibi eserleri adapte etmiş ve bu eserler sahneye konulmuştur.

Âli Beyin, zamanın Üsküdar Mutasarrıfı bulunan Harputlu Tosun Paşayı alaya alan Tosun Ağa isimli eseri, tiyatro tarihimizde belirli bir kimseyi hedef alan ilk eserdir. Yine o devirden kalma İstanbul-Koşuyolu’ndaki muhteşem köşkü, bugün Emniyet Müdürlüğü tarafından kullanılmaktadır.[8]>

Edebiyatımızda, ilk defa kelimelere ters ve mizahî anlamlar veren odur. Lehçetü’l-Hakayık (Hakikatlerin Dili), bu tür sözlerden meydana gelen bir kitaptır. Son zamanlarda da basılan bu kitabın içinde ayrıca, Kokona Yatıyor, Misafir-i İstiskal, Ayyar Hamza gibi tiyatro ve Seyahat Jurnalı gibi gezi yazıları da yer almaktadır.[9]

Lehçetü’l-Hakayık’tan örnekler:

Aferin: Ucuz ihsan.

Âlim: Bir şey bilmediğini bilen.

Avanak: Yakayı ele veren hırsız.

Avukat: Suçluların çamaşır yıkayıcısı.

Beşik: Annelerin en kıymetli mücevherlerine mahsus mahfaza.

Çocuk: Ailenin gerçek reisi.

Damat: Kaynana sahibi.

Diken: Gülün bekçisi.

Dün: Bugünün arka tarafı.

Falcı: İstediğimizi söyleyen kimse.

Geveze: Namzet (aday), dil pelesengi de denilir.

Hasta: Sıhhatin değerini anlamaya başlayan adam.

İftira: Ne kadar koparılsa ve temizlense de iz ve eser bırakan zararlı bir ot.

İhtiyat: Gençlikte lâzım ama insan ihtiyarlıkta sahip olabiliyor.

İkramiye: Züğürt tesellisi.

İnsan ömrü: Dönüş bileti satılmayan bir seyahat.

İsraf: Delik kese.

Kabiliyet: Affolunmaz hata.

Rüya: Buluttan yapılmış beşik.

Sağır: kulağı kör.

Sevda: Sis.

Silâh: Karagün dostu.

Şair: Söz kantarcısı.

Şemsiye: Dostluk gibidir, yağmur zamanı bulunmaz.

Şeytan: Kadınların vefakâr dostu.

Şiir: Darası alınmış söz.

Tarih: Kurt masalı. Züğürtledikçe eski defter karıştırmak.

Taş: Soğumuş gönül.

Tecrübe: Sonbahar çiçeği.

Timsah: Tohuma kaçmış kertenkele.

Ütü: Geveze sözüne bakınız.

 

23.   Selim Paşa (Hamşioğlu)[10]

Yukarı Acara’nın ünlü hakim ailesi olan Hamşioğullarındandır. Sicill-i Osmanî, bu hususu belirtmek için “müteneffiz beğlerden” ifadesini kullanmaktadır. 26 Ağustos 1802 tarihinde vezir rütbesiyle Çıldır Eyaleti-Ahıska Valisi oldu. Aynı kaynak, onun aile nüfuzunu Ahıska’ya taşıdığını, karargâh kurduğunu belirterek, “Derebeği şeklinde bir müstebid idi.” demektedir.[11]

Selim Paşa, saraya giden şikâyetler üzerine İstanbul’a çağrıldıysa da akıbeti bildiğinden gitmemiş Yukarı Acara’daki malikânesine çekilmiştir. 1814 yılında üzerine kuvvet sevk edilmiş, Hırhat kalesinde başı kesilerek idam edilmiştir.

 

24.   Ahmed Paşa

Acaralı Hamşioğlu Selim Paşanın oğludur.[12]

1821 tarihli Ahıska İ’lâm Defterindeki i’lâmlarda, Rus saldırılarına karşı serhatlerimizin muhafazasından bahsedilirken, “Muhafaza-i kılâ’ ve mukabele-i a’dâya yarar ve muktedir Dergâh-i Âli Kapucıbaşılarından Acara Mütesellimi Ahmet Beğ…” ifadelerinde adı geçmektedir. Yine söz konusu i’lâmlardan birinde onun, uygunsuz işlere adı karışan Hırtız Sancakbeyi Mehmet Ağanın idam ve izalesine memur edildiği anlaşılmaktadır.

Kapucıbaşı olup Rusya Harbinde hizmeti görülmekle mîr-i mîrân/beylerbeyi rütbesiyle 1827 yılında Çıldır-Ahıska Mutasarrıfı oldu.1828 Osmanlı-Rus Savaşı’nda  Rusya’ya esir düştü. 1829 yılında esaretten kurtuldu. Sonra Kars ve 1832 yılında da ikinci defa Çıldır-Ahıska Muhafızı oldu. 1836 yılında vefât etti.

Sicill-i Osmanî, onun akıllı, kabiliyetli ve savaşçı kişiliğine işaret etmekte ve  oğlu Mehmed Âli Beğ sayesinde Kapucıbaşı olduğunu belirtmektedir.[13]

Başka kaynaklarda onunla ilgili değişik rivayetlere de yer verilmektedir. Bir taraftan Ahıska’nın Rusların eline düştüğü savaşta, büyük kahramanlıklar gösterdiği belirtilirken diğer taraftan bazı Rus kaynaklarına dayanılarak, Ahmet Paşanın, iki tarafla da haberleştiği ve ikili oynadığına dair  haberlere yer verilmektedir. Herhâlde bu hususlar izaha muhtaçtır.[14]

 

30. Ali Rıza Paşa

Ahıska Atabekleri sülâlesinin Artvin koluna mensup çok değerli bir şahsiyet de, Mehmet Medet Beyin oğlu Ali Rıza Paşa’dır. 1854 yılında Artvin’in Vezirköyü’nde dünyaya geldi.

Paşanın Millî Nevsal’de çıkan biyografisinde kendisinden Gürcistan’ın en asîl bir ailesine mensup olduğu belirtilerek yaptığı görevlerle vatanseverliği ve yiğitliğinin üzerinde bilhassa durulmuştur.[15]

Erzurum Askerî Lisesinden sonra İstanbul’da Harp Okulundan Topçu Üsteğmeni olarak mezun oldu. Bir süre Almanya’da eğitim gördü. Yurda döndükten sonra Harp Okulunda Topçu Öğretmeni olarak görev yaptı. 1896 yılında başlayan Türk-Yunan savaşına katıldı. Harbiye ve Bahriye nazırlıkları görevinde bulundu. Bu görevi sırasında 31 Mart Olayı meydana geldi. İsyancıların hakaretine maruz kaldı. Balkan Savaşı’nda Çatalca komutanlığı göreviyle başkent İstanbul’un ön savunmasına katıldı. Mondros Mütarekesi’nden sonra Damat Ferid Paşaya, “Top da vardı, tüfek de… Niçin harp etmediniz de mütareke yaptınız?” diyerek tepkisini ortaya koydu.[16]

Ali Rıza Paşa, 22 Temmuz 1920’de Yıldız Sarayında toplanan Saltanat Şûrâsı’nda Sevr Antlaşması için yapılan görüşmelerde red oyu kullanarak Padişah Vahdeddin’e karşı çıkan tek kişi oldu.[17]

1921 yılında vefat etmesi üzerine Mustafa Kemal, Paşanın yegâne oğlu Fazıl Rıza Atabek’e şu telgrafı çekmiştir: “Vatanımız, babanızın umduğu gibi kurtulur da hepimiz halâs buluruz. Taziyetler, gözlerinizden öperim. Mustafa Kemal.”[18]

 

31.  Osman Server Atabek

Osmanlı Devletinin 1828 savaşında Rusya’ya bıraktığı Ahıska’dan yetişen çok değerli bir şahsiyet de Osman Server Beydir. Kıpçak Atabekleri sülâlesinden Osman Server Bey, 20 Ağustos 1886 tarihinde Ahıska’da dünyaya geldi. Babası Feyzullah Bey, annesi, Ufalı Zeynep Hanımdır. Ömer Faik Efendiden özel Türkçe ve din dersleri aldı. Tiflis’te Rus lisesini bitirdi.

1904’te Petersburg Üniversitesinde Yüksek Kimya Mühendisliği tahsili yaptı. Almanya-Freiburg Üniversitesinde Maden ve Mesaha (Kadastro) Mühendisliği; Polonya-Breslaw Üniversitesinde Ziraat Mühendisliği öğrenimi gördü. 1914 yılında Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1916 yılında Ahıska’ya döndü.

 

Atabek, 1917-Rus İhtilâli’nden sonra Bakü İslâm Cemiyeti ileri gelenlerinin delâletiyle Ahıska’da millî teşkilât kurdu. Mâvera-yi Kafkas (Seym) Hükûmeti kurulunca, Ardahan Milletvekili olarak Tiflis’te bulundu. Fahri yüzbaşı olarak Halit Paşanın 9. Tümeninde görev aldı. Yine onun tavsiyesiyle Üç Sancak (Kars, Ardahan, Batum) delegesi olarak Bakü Şark Kongresi’ne katıldı; Enver Paşayla görüştü.

Osman Server Bey, Ahıska-Posof bölgesindeki Türk-Gürcü savaşlarında, Türk kahramanlığının ve teşkilâtçılığının örnek bir şahsiyeti olarak yer aldı. Rusça, Almanca, Fransızca ve İngilizce bilen Osman Server Bey, Halit Paşanın yanında Ardahan Kongresi’ne iştirak etti.

Memleketi Ahıska, 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması’yla Sovyet Gürcistanına bırakılınca, O. Server Bey de akrabasını alıp Ardahan’a geldi.[19]

Türk İstiklâl Savaşı’ndaki bu yararlıklarından dolayı kendisine İstiklâl Madalyası verilmişti.

Osman Server Bey, Ardahan Milletvekili olarak 5 Ocak 1922 tarihinde TBMM’ye katıldı. Nafia ve İktisat Encümenlerinde çalıştı. Bu görevi 11 Ağustos 1923 tarihinde sona erdi. Halk Fırkası’nın dokuz umdesini benimsemediğinden, ikinci seçimde (1923) Ardahan mebusluğunu kazanmışken oyları çalındı. Partinin adamları/adayları kazandırıldı!

Maden şirketlerinde ve Kars Belediyesinde mühendislik yaptı. 1936’dan 1949’a kadar Maden Tetkik ve Arama Enstitüsünde görev yaptı. Çok mühim maden araştırmaları ve projeleri yapmıştı.

12 Aralık 1962 tarihinde İzmir’de bir trafik kazasında vefat etti.

Vefatından sonra, üyesi bulunduğu Mühendisler Odasının bülteninde biyografisi verilen Atabek’in vefatı hakkında şu ifadeler kullanılmıştır:

12-13 Aralık 1962 tarihinde çarşambayı perşembeye bağlayan gece çiftliğinden İzmir’e dönerken vuku bulan feci ve müessif trafik kazasında çok sevdiği ve babasının adını taşıyan torunu ile birlikte hayata gözlerini yummuştur. Gerek memurluk devresi süresince ve gerekse özel çalışmalarında daima dürüst hareket etmiş, faydalı olmayı bilmiş bu iyi kalpli dost üyemizin aramızdan ayrılışı hepimizi çok üzmüştür.” [20]

Halkımız arasında aziz hâtırası yaşamaktadır.[21]

Atabek, Türk teşkilâtçılığının ve vatanseverliğinin timsali olarak Ahıska gençliğinin millî duygularını kanatlandıran örnek bir şahsiyettir. Gençlerimiz, onun hayatını okuyarak, mücadelesini ve idealini daha iyi anlayacak ve kendilerine rehber edineceklerdir. Böyle âbide bir şahsiyete sahip olan Ahıskalılar, ne kadar öğünseler hakları var…

 

Günümüzde Atabek Ailesine  mensup daha birçok değerli şahsiyetin olduğu bilinmektedir. Biz sadece cumhuriyet devri başlarına kadar olanlar hakkında kısa bilgiler vermeye çalıştık. Bu bölüme son vermeden önce Ahıska Kadı Sicil Defteri’nden aldığımız bir i’lâm örneğini de ilâve etmek istiyoruz. Zira bu i’lâmda, Atabek Ailesinden Süleyman Beğ’den bahisle bölge halkının ona olan teveccühü dile getirilmektedir. Bu, tarihçiler için kayda değer bir belge niteliğindedir.

 

Der-Devlet-mekîne arz-ı dâî-i kemîneleridir ki:

Mahmiyye-yi Ahısha’nın muzafâtı Livana ve Pertekrek ve Ardanuç ve mülhakatı Tavuskar nahiyesi kazalar(ın)ın ulemâ ve sülehâ ve fukara ve züafâ ve ahalisi kulları bi-ecma-ihim mahfil-i kazaya cem olup şöyle tazallüm-i hâl ve istirhâm-ı mâ-fî’l-bâl eylediler ki:

Çıldır Eyaleti muzafâtından Pertekrek ve Nısf-ı Livana ber-vech-i yurtluk ve ocaklık ve Ardanuç sancağı nahiyesiTavuskar ile ber-vech-i arpalık bâ-berât-ı âlî ez-kadîm Livana sancağı beğlerinin tasarrufları olup, sancağ-ı mezbûreteynde kâin zeâmet ve timara cümlesi berâtları yazusı üzere mutasarrıf vekil ve ta’şîr eder oldukları ve fukaraya bu vesile her bir tarafdan hükûmet eyledükleri ve mâ’da Ardanuç sancağı ve Tavuskar nahiyesi Livana sancağı beğlerinin ber-vech-i arpalık dahil berât-ı vâli-i vilâyet taraflarından ba’zan birer mütesellim ik’âd etdirilmiş ve bu vechile Livana beğlerine suret-i gadr vukuundan başka gerek mütesellim tarafından ve gerek sancak beğleri tarafından hükûmet ederek fukarasına irâs-ı hasar ve hükûmet yed-i vahid olmayup bu derece başka başka hükûmete tahammül edemeyerek cümlesi perişân olmak derecesine yüz tutduklarımızı ve öşr-i rüsûmatlarını ber-mûcib-i berât-i âlî mutasarrıflarına eda etmek üzere vâli-i vilâyet tarafından zuhur eden vâridatın rü’yeti ve mütesellimin umuru yine Atabekneslinden rızâ-cû ve diyânet ile me’lûf ve fukara-perver ve hakkaniyet ile mevsûf ve fukaranın marzîsi olan Süleyman Beğ kullarına ihâle ve fî-mâba’d hükûmetimiz yed-i vahidde olarak aher tarafdan ve vâli-i vilâyet taraflarından müdahale olunmayarak bu bâbda vâli-i vilâyet ve Ahısha ve Ardanuç nâiblerine hitâben emr-i âlî ısdâr buyurulsa, cümlemiz sâye-i şâhanede rahat ve asûde ve izdiyâd-ı ömr-i padişahîye duada olacağımız cezmen ve yakınen ma’lûmumuzdur.

Rızaen-lillahi-taala ve Resulihi hâl-i acz-i iştimâlimizi ve mîr-i mumaileyhe bil-istiklâl Ardanuç ve nahiyesi Tavuskar’ın umur-i mütesellimliği ihâle buyurulması istid’âmızı der-bâr-i merhamet-medâra i’lâm ediver deyü ilhâh ve iltimas etmeleriyle fî-nefsil-emr fukaranın birkaç tarafdan hükûmet olması perişâniyetlerini mûcib ve muhill-i nizâm etdügi emr-i celî olmağla, sancağ-ı mezburlarda vâki zeamet ve timarın a’şâr-ı şer’iyyesini ber-mucib-i berât yazularına göre Livana sancakbeğleri ahz u ta’şîr ederek fukaranın marzîsi olan Süleyman Beğ kulları yarar ve hidemât-ı din ve Devlet-i  Aliye’nin edasına sahib-i iktidar ve herhâlde fukaraperver olduğu nâsıye-i hâlinden âşikâr ve meşhûdumuz olan etvâr-i marzîyesinden nümûdâr ve her vechile umur-ı mezbûrun uhdesine ihâle sezâ-vâr olmağlaLivana sancağının arpalığı olan Ardanuç ve Nahiye-i Tavuskar umur-ı hükûmet ve mütesellimliği ve vâli-i vilâyet hazerâtı taraflarından vârid olan vâridât re’yiyle rü’yet olunmak ve hükûmet yed-i vahidde kalmak ve aherden mütesellim ik’âd olunmamak şartıyle vâli-i vilâyet ve Ahısha ve Ardanuç kadılarına hitaben ekîdül-mazmun emr-i âlî ısdâr ve bu vechile fukaranın asûde-hâl ü bâline lutf-i inâyet-birle devam-ı eyyam ömr-i padişahîye işgal buyurulmak niyazlarında oldukları evvelki vâki hâldir.

Âlâ-vukua-bil-iltimas pâye-i serîr-i a’lâya i’lâm olundu.

Bakıyyül-emr li-hazreti men-lehül-emründür.

Harrere zalik fîl-yevmi’s-sâbia ve’l-işrîn min şehr-i muharremül-haram-li-sene-i seb’a ve selâsin ve mietin ve elf. (27 Muharrem,1237/24 Ekim 1821)

 


[1] M. Âdil Özder, Tarihte Çıldır Atabeğleri ve Torunları, s.105.
[2] SO. 3/41.
[3] SO. 4/675.
[4] Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, İstanbul 1999, s. 198.
[5] Osmanlılar Ansiklopedisi, c. I, İstanbul 1999, s. 198.
[6] Mahmut Goloğlu, Trabzon Tarihi, Ankara 1975, s. 211.
[7] SO. 4/862.
[8]  Mehmet Mermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, İstanbul 2001, c. 3, s. 1441.
[9] Lehçetü’l-Hakayık, Haz. Şemsettin Kutlu, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul (1973?).
[10] Hamşioğulları Ailesiyle ilgili bilimsel araştırmalarımız devam etmektedir.
[11] SO. 3/60.
[12] Kaynak, yanlışlıkla Hamşizade’yi hep Memişzâde şeklinde yazmaktadır.
[13] SO. 1/292.
[14] Ahmet Muhtar Paşa, 1828-29 Türkiye-Rusya Seferi, Cild-i Evvel, s. 211, Cild-i Sâni s. 77-78, İstanbul 1928; John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilâsı (Çev. S. Özden), İstanbul 1989, s. 210.
[15] Millî Nevsal, Birinci Sene, İstanbul 1922, s. 244.
[16] Özder, age. s. 128-135.
[17] Cemal Kutay, Bilinmeyen Tarihimiz, İstanbul 1974, s. 52.
[18] M. Âdil Özder, Yazı ve Resimlerle Artvin İli, Ankara 1969, s. 9.
[19] Yunus Zeyrek, Posof’un Çizgileri, Ankara 2004, s.139-141.
[20] Yunus Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, s. 35.
[21] Araştırmalarımız sonucu Osman Server Beyin eşi Samiye Hanımın 1980 yılında İzmir’de vefat ettiğini öğrendik. Hayatta olan iki kızından Lütfiye Nesrin Hanımla birkaç defa telefon görüşmesi yaptık. Babasından kalan ve tarihe ışık tutacak mahiyette olan belgeleri mümkün olan kısa bir zaman içinde bize vereceğini söyledi.