Ahıska Türkleri Birinci Ankara Konferansı Protokol Konuşması -3

Sayın Bakanım,

Saygıdeğer Konuklar, Sevgili Ahıskalılar,

Bugün burada bir sürgünün 60. Yıldönümü çerçevesinde bugüne kadar geçen bir süreçte vatanlarından, yurtlarında edilmiş bir halkın bugünkü durumunu müzakere etmek üzere bilim adamlarımızın yapacağı bir oturumun öncesindeyiz. Ben bir konuşma metni hazırlamıştım ama bu konuşma metninin zait olduğu kanaatine vardım. Çünkü Federasyon Başkanımız, Değerli Hocamız ve Dostluk Grubu Başkanı kardeşimiz, olan biteni anlattılar. Bu hepimizin malumu. Dergiler çıkıyor, kitaplar çıkıyor, insanlar dedelerinden babalarından, ecdatlarından anlatılanları dinliyorlar ve Ahıska’nın durumu malum. Millî şairimiz Akif’in İstiklâl Marşı’nda söylediği gibi:

Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,

Etmesin  tek beni,  Vatanımda dünyada cüda.

 

Şimdi bu söz ve mısralara baktığımız zaman, ortaya çıkan ne. Görünen o ki, 60 yıl önce can gitmiş, canan gitmiş. En  acısı da, Akif’in bunlardan vazgeçtiği varlıklar hepten gitmiş. Bütün var olan menkul, gayrimenkul, hiçbir şey kalmamış ama, Akif’in Rabbi’ne yakardığı “Beni vatanımdan mahrum etme” dediği vatan da gitmiş! Şimdi bir insanın vatanın ne olduğunu anlaması için bugün dünyada olan bitenlere çok iyi bakması gerekir. Şu Ortadoğu’da olan bitenler, diğerleri ve hepsi. Bu örnekler, vatansızlığın ne demek olduğunu çok güzel anlatıyor.

Bizler Anadolu’da yaşayan insanlar olarak, Anadolu Türklüğü olarak vatansızlığa duçar olmamak için bütün her şeyimizle, var gücümüzle mücadele ettik. O 20 milyon kilometre karelere ulaşan coğrafyadan bugün elimizde kalan toprak parçası da belli. Ve şimdi Ahıskalıları düşünün ki oradan giden nesil ölmüş, çocuklarının büyük çoğunluğu da kaybolmuş, üçüncü bir nesil hayatta kalma mücadelesi veriyor. Bu çok zor bir olay. Ama şunu ifade etmek isterim ki bu işler sadece hamasetle, sadece nutuklarla, belirli bir kısım sözlerle, alkış almalarla, veya gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda çok sitayişkâr ifadeler kullanmakla çözülecek olaylar değildir.

Hepimiz el birliği ile, öncelikle bu halkın, Türk Milletinin bu aziz parçası topluluğun kültürünü yaşatmak zorundayız. O değerleri ayakta tutmak zorundayız. Eğer biz bu değerleri ayakta tutarsak bir topluluğun varlığı ortaya çıkar. Ben o bölgenin macerasını dergilerinden, kitaplardan okuyorum; biraz da nesil olarak o coğrafyadan gelmiş bir ecdadın çocuğu olarak bunları biliyorum. Ama şu anda görüyorum ki kaybolmuş bunlar. İnsanlar bunları unutmaya yüz tutmuş. Niye, hay huy arasında, dünya nimetlerini paylaşma derdi içerisinde bunları yavaş yavaş unutuyoruz. Bunları kim yaşatacak? Bunları biz yaşatacağız. Bir halkın değerlerini kendisi yaşatmazsa kimse onlara sahip çıkmaz. Yine Akif’in deyişiyle: “Bir hak sahibi vardır o da hakkını vermem diyendir.” diyor. Eğer bizler hakkımızı vermezsek  bu hak elde edilir. Ama boş verirsek, hele hele bu aziz değerleri, tabirimi mazur görün, ayaklarımızın altına alarak biraz daha yükselme gayesi için kullanırsak çok yazık ederiz.

Ve bir ata sözümüz vardır, bütün ata sözlerimiz gibi güzeldir “Taş yerinde ağırdır.” Biz bu insanları kendi coğrafyalarında, kendi öz vatanlarında barındırmak mecburiyetindeyiz. Bunun için de uluslararası planda, milletlerarası hukuka uygun olarak, insan hakları sözleşmelerine uygun olarak ne yapmamız gerekiyorsa bunu sonuna kadar yapacağız. Bugüne kadar gelen hükümetlerimiz, tabi bunlar için gerekeni yaptı. Ama, Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu şartlarda, Türkiye Cumhuriyeti’nin bu güçlü hükümeti, bu işlerin üstesinden gelmek için elinden gelen bütün gayretleri gösteriyor. İnanıyorum ki sevgili Bakanımız, saygıdeğer hocamız, Sayın Atalay, Sayın Başbakanımız ve diğerleri bu hususta elden gelen bütün imkânları kullanıyorlar. Zaten bu hususlar Gürcistan’a gidildiği zaman da dile getirilmiş, dergide de bunları okudum ben.

Biz, siz, hepimiz aynıyız. Siz olmazsanız biz olmayız, biz olmazsak da siz olmazsınız. Dolayısıyla biz beraberiz, biriz. Birbirimize bu anlamda sahip çıkmamız lâzım. Onun için de uluslararası hukukun, insan hakları sözleşmelerinin verdiği bütün yetkiler kullanılarak, imkânlar kullanılarak  bu derde  bir çare bulmak zorundayız. Ve bu derde mutlaka çare bulacağız. Yani başımızda binlerce yıl kendi coğrafyalarından uzakta kalmış olanların kurdukları devletler, diğer imkânlar göz önüne getirilirse, 60 yıl önce bu coğrafyadan sürgüne gönderilmek, bu coğrafyada insanî haklarımızı almayacağımız anlamına gelmez. Ama, öncelikle bunların bizim yüreğimizde, kalbimizde, gönlümüzde yaşaması lâzım. Eğer biz bu duyguları gönlümüzden, kalbimizden söküp atmış, bir kenara koymuş isek o zaman bu işte netice almak çok zordur. Ama ben inanıyorum ki her Ahıskalı, bu vatanda, bu coğrafyada yaşayan veya ecdatları yaşamış olan her insan biliyor ki burası kendisinin yurdudur, vatanıdır. Ve bir gün haksız olarak çıkarıldığı bu coğrafyaya insan haklarını esas alarak kendi hakkını koruyarak gelip oturacaktır.

Bu ülke tabi ki hepimizindir, sizlerindir, sizler bizler faklı değiliz. Bizler, kuru ekmeğini diğer insanlarla insanlık ailesiyle paylaşan bir milletin fertleri olarak, kendi soyundan, kendi inanç değerlerinden gelen insanlarla bunları paylaşmaması mümkün değildir. Çünkü biz bütün insanlığın aynı soydan, aynı anneden, aynı babadan geldiğine inanmış insanlarız. Hele bu insanlarla akrabalık ilişkilerimiz varsa inanç değerlerimiz beraberse, tabi ki bunu çok daha önemseyerek paylaşmak durumundayız. Bizim olan her şey sizindir. Bunu açıklıkla ifade etmemiz gerekir. 1828’de  Ahıska düştüğü zaman “İstanbul kilidi gitti!” diye gönül sızısını Sultan Mahmut’a  şiirle bildiren şairi unutmamak lâzım.

Ahıska orda olmazsa, Bosna orda olmazsa, Bulgaristan Türkleri olmazsa biz burada rahat olamayız. Biz o coğrafyaların hepsine insanlık için gittik, yaşamak için gittik ve oradaki insanlarla yüzlerce yıl beraber yaşadık. Bizim insanlığa vereceğimiz çok şey var. Onun içindir ki bu derdi hukukî platformlar çerçevesinde hükümetimizin en iyi şekilde yapacağına inanıyorum. Başbakanımızın, ilgili bakanımızın bu hususta gereken gayretleri gösterdiği kanaatindeyim. Bu gayret artarak devam edecektir.

Şunu ifade etmek istiyorum, bizim neyimiz varsa bunlar sizindir. Bunu hamaset için söylemiyorum. Çünkü, sizler orda, burada, bütün coğrafyada, bütün insanların yaşadığı, nerde varsa bu coğrafyalardaki hakikaten etnik yapısı itibariyle aşağılanan, dışlanan, insan hakları gasp edilen bu Türk milletinin dünya coğrafyasında yaşayan fertlerine sahip çıkmak diye bir görevimiz vardır. Bu sorumluluk fert ve bütün milletin bireylerine düştüğü gibi bize de düşmektedir. Ve şunu söylüyorum, bunu hem kültürel plânda hem siyasi plânda hem de insan hakları çerçevesinde sonuna kadar sürdüreceğiz. Bizler sizlerle beraberiz. Siz biz yok. Burada biz varız. Biz, dünyada yaşayan bütün bu soydaşlarımızın ve bütün insanlık alemini de hepsini kaplıyor. Dolayısıyla dertlerimiz birdir. Siz biz değil, biz varız.

Bu  dertlerin de  inşallah çözümü olacaktır. Bu hususta, bu gayretler içerisinde bulunan, vatanından ayrılmış, vatanından ayrı kalmış insanlar için mücadelesini sürdüren, Federasyon yetkililerine bu hususta emeği geçen bütün dostlara, gerekli ilgiyi esirgemeyen Sayın Bakanımız Beşir Atalay Beye ve şahsında saygıdeğer hükümetimize ve siz Ahıskalı kardeşlerimize ve Türk Milletinin bütün fertlerine şükranlarımı sunuyorum, saygılarımı sunuyorum. İnşallah en kötü günümüz,  böyle olsun diyorum.

 

Nevzat PAKDİL 
TBMM Başkanvekili