Gürcistan’da uzun zamandan beri politik çevrelerin, kamuoyunun, medyanın ve aydınların genel olarak Ahıskalı Türklerin Ahıska’ya dönüşüne karşı çıktığını biliyoruz. Öte yandan Ahıska bölgesinin tarihi üzerine asılsız tezler üretilerek yıllarca Gürcü kamuoyuna önyargılar aşılandığı da bir gerçektir. Bu açıdan Yunus Zeyrek’in kitap ve makaleleri, konunun değişik boyutları ve iç yüzünü kapsayan önemli malzeme içermektedir [1]. Bu noktadan hareketle, 1977 yılında, dönemin Gürcistan SSC Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Şevardnadze’ye yazılmış olan ve Gürcü/Kartvel şovenliğini ortaya koyan bir mektubu kısaca değerlendirmek istiyoruz [2].
Aşağıdaki belge, daha Sovyet döneminde bundan 27 yıl önce önde gelen ünlü Kartvel aydınlarının Ahıskalı Türklere bakış açısını açıkça ortaya koymaktadır. Ciltlerce kitap yazan, film çeviren, resim yapan, binlerce öğrenciye eğitim veren ve toplumun geleceğini belirleyen bu aydınların, bir devlet ve parti liderine yazdıkları ırkçı yazıyı okuyunca sanırım okurlar önemli ipuçları elde edeceklerdir. Gürcü politikacıları ve özellikle Eduard Şevardnadze, bu gibi yazıların etkisinde kalmış olacak ki 9 Aralık 1996 tarihinde imzaladığı Kararnamenin adını şöyle koymuştu: “Gürcistan’dan Sürülmüş ve Geri Dönen Meshlerin Hukukî ve Sosyal Sorunlarını Çözmeye Dair Devlet Programının Onaylanması Hakkında Kararname!”
Böylece Ahıska ve çevresinin tarihî ahalisi olan Türkler, devlet düzeyinde keyfî şekilde Mesh oluvermişti. Fakat söz konusu program kapsamında 2000 yılına kadar beş bin Ahıskalının dönüşü sağlanacakken, beş kişi bile geri dönememiştir ki bu da ayrı bir hikâyedir. Rusça’dan çevirdiğimiz mektuba gelince 1988’de Tiflis’te Latifşah Barataşvili’nin hatıralarıyla birlikte yayınlanmıştır.[3]
Eduard ŞEVARDNADZE
Gürcistan SSC Komünist Partisi
Birinci Sekreteri
Tiflis, 9 Şubat 1977
Sayın Eduard Amvrosiyeviç!
Bilindiği gibi Kasım 1944’te yaklaşık 20 bin haneden oluşan ve Türk denmesine rağmen Mesh kökenli Gürcü Müslüman olan nüfus, Gürcistan’ın güneyinden Orta Asya’ya sürülmüştür.
Gürcü toplumunun temsilcileri olarak biz aşağıda imzaları bulunan Gürcü aydınları, Meshlerin Türk sayılmalarının hiçbir aslı olmadığını ve saçmalığa son verilmesi gerektiğini vurgulamak istiyoruz. 16. Yüzyıl sonlarına doğru Meshetya, Türkler tarafından işgal edilmiştir. Bölgede kılıç zoru ve sosyal baskıyla İslâm dini ve Türk dili kabul ettirilmiş, direnenler yok edilmiştir. 19. Yüzyılın 30’lu yıllarında kuzey kısmı Rusya idaresine geçen Meshetya bölgesinde Çarlık yönetimi, Gürcü halkını parçalamak ve zayıflatmak amacıyla Mesh (Gürcü) Müslümanlar arasında Gürcüce’yi yasaklamış, bu nüfusun Türkiye’ye göç etmesini teşvik etmiştir. Böylesine ağır şartlarda Müslüman Meshler hızla Türkleşmişlerdir.
Fakat ne 250 yıllık Türk işgali, ne de 100 yıllık Çarlık mezalimi, Müslüman Meshleri, 1944 sürgünü kadar yıkmamıştır. Bu sürgün, onları vatan toprağından koparmış ve Meshlerin manevî ölümüne yol açmıştır.
Sürgün sırasında ve Orta Asya’daki alışılmamış şartlarda Meshlerin üçte biri hastalıklardan ve açlıktan ölmüştür. Sovyet devleti ve partimiz, 20. Kongreden sonra Çeçenleri, İnguşları, Karaçayları, Balkarları ve sürülmüş diğer halkları ata yurtlarına yeniden yerleştirmiştir ve bu halklar vatanlarına dönmüşlerdir. 1948’de Gürcistan’dan sürülmüş Yunanlar (Rumlar), 1956’da Gürcistan’a dönüş izni alabilmişlerdir.
Oysa Türk diye kaydedilen Müslüman Meshler, dönemiyorlar. SSCB Yüksek Sovyetinin 30 Mayıs 1968 tarihli kararı ve 09.01.1974 tarihli kararnamesi, bu zavallı halkın dönüşü için hukukî zemin oluştursa da dönüş engellenmektedir.
Sürülmüş Meshler, SSCB KP’nin yanı sıra defalarca Gürcistan makamlarına da başvurmuş, ama sonuç alamamışlardır. Zaten Moskova da başvuruları daima Tiflis’e aktarmıştır. Çünkü sürülenlere dönüş izni verme yetkisi Gürcistan’a aittir. Ne var ki dönüş gerçekleşmiyor.
Bu itibarla konuya eğilmenizi istiyor ve öz kardeşlerimiz olan Mesh Müslümanların topraklarına dönüşü için gerekenin yapılmasını arz ediyoruz.
Georgiy CİTAYA, Sergey CİKİYA, Vahtang BERİDZE, Arnold ÇİKOBAVA, Akakiy ŞANİDZE, Paata GUGUŞVİLİ, Georgiy MELİKİŞVİLİ, Otar CAPARİDZE, Guram MAMULİA, Zurab ZİNZADZE, Revaz CAPARİDZE, Cansuk ÇARKVİANİ, Guram ASATİANİ, Kamilla KORİNTELİ, Akakiy BAKRADZE, Muhran MAÇAVARİANİ, Revaz İNANİŞVİLİ, Uça CAPARİDZE, Giga LORDKİPANİDZE, Merab BERDZENİŞVİLİ, Aleksey MAÇAVARİANİ, Revaz TABUKAŞVİLİ, David TORADZE
Bugün bile vahim görünen bu ifadeler, Gürcü aydınlarının -ki hepsi Komünist Partisi üyesiydi- kendi halkına ne gibi yurtseverlik masalları sunduklarını gösteren yüz karası bir belgedir.
Mektubu imzalayan Sergey Cikiya’nın Çıldır Eyaleti Mufassal Tahrir Defteri’ni yayınlarken hangi ‘bilimsel yöntemler’ kullandığını biliyoruz ve diyelim ki uzman sayılır. Ayrıca yazıda imzası bulunan tarihçi Prof. Dr. Guram Samsonoviç Mamuliya (1937, Moskova-2002, Tiflis) ‘Mesh tarihi’ alanında tanınmış biridir. Y. Zeyrek, onun ırkçı, Türk karşıtı tutumuyla hukuk tanımaz önyargılarına dikkat çekmiştir.[4]
1977’de söz konusu mektuba imza atmış olan Mamuliya, Y. Zeyrek’in kitabında açıkça görüldüğü gibi 12 yıl sonra 1989’da Ogonyok dergisinde aynı nakaratı sürdürmekteydi ve saçma Mesh masalından vazgeçmemişti. Mamuliya, bir tarih profesörü olarak Gürcistan ve Kafkasya sosyal tarihiyle ilgili araştırmalar yaptı. Gorbaçov döneminde Tiflis’te İlya Çavçavadze Cemiyeti’ni kurmuştu ve Sovyet rejiminde baskı görmüştü. Gürcistan Bilimler Akademisi Tarih Araştırmaları Enstitüsü ve Tiflis Diplomasi Akademisi öğretim üyesi ve araştırma uzmanıydı. Gürcistan, bağımsızlık kazandıktan sonra 1992-1995 arasında milletvekili ve Şevardnadze’nün İnsan Hakları Özel Temsilcisiydi. Sığınmacı ve Göç İşleri Bakanlığı Vatana Dönüş Şube Müdürlüğü görevindeyken 1993’te Mamuliya, ‘’Mesh’’ kardeşlerine sahip çıkarak sinema yönetmeni E. Şengelaya ile birlikte Krasnodar’da yerel makamlarla mutabakat imzalamıştı. 23 Şubat 2001’de adı geçen birimindeki yetkililerle birlikte istifa etti. Mamuliya ölene kadar Mesh tezini savundu ve Ahıska’ya dönecek olanların Acarlar gibi yeniden Gürcü kimliğine kavuşarak topluma entegre olacaklarını iddia etmekteydi.
Mektubu imzalamış aydınlar hakkında Sovyet ve Rus ansiklopedilerinden bilgiler edindik ve 1970’li yıllarda Gürcü kültürü ve sanatını temsil eden bütün ağır topların mektubu imzalamış olduklarını gördük. İlginçtir ki bunların arasında şair, heykelci, besteci, ressam, tiyatrocu bile var. Bunların Mesh konusunda ahkam kesmelerine, insan gerçekten hayret etmektedir. ‘Mesh kökenli Müslüman Gürcü olan nüfus’ derken mektubu imzalayanların neyi kastettiklerini anlamak imkânsızdır. Bir heykel sanatçısı, 16. yüzyıl olaylarına ışık tutmaya kalkışırsa, olacağı budur ve ona kalsa Madonna da Urartu tarihi hakkında tez üretebilir. Bu açıdan Cavak kökenli Müslüman Ermeni/Hemşinli gibi ucube de uydurulabilirdi. Üstelik ısrarla Türk mezalimi ve Türkleştirmeden bahsederken bu aydınlar, bölgenin 16. yüzyılda Türkler tarafından işgal edildiğini belirtmektedirler. İyi de hangi Türkler? Ahıska bölgesinde zaten Ortodoks Kıpçak Türkler oturmaktaydılar ve bu topraklar, Osmanlıların gelişinden önce de Türklerin elindeydi. Osmanlı Devleti, bu arazileri Gürcülerden değil, bir başka Türk devleti olan İran Safevi Devleti’yle savaşarak kendi idaresi altına almıştır.
Çarlık rejiminin Gürcistan politikasına ve Gürcüce’yi yasaklamasına gelince, mektubu yazanlar, Rusya’ya boşuna iftira atmaktadırlar. Çünkü Gürcü dili ve kültürü, sadece Çarlık rejimi sayesinde gelişebilmiş ve modern Gürcü ulusu ortaya çıkabilmiştir. Çarlık rejiminin Kafkasya’ya hakim olması için en fazla çaba harcayan da yine Gürcüler olmuştur.
Konudan habersiz olanlar da öyle zannedeceklerdir ki Gürcistan yönetimi, Türklerin değil de sürülmüş Gürcü-Mesh halkının dönüşünü engelliyor!? Yoksa ‘Zaten Moskova da başvuruları daima Tiflis’e aktarmıştır; çünkü sürülenlere dönüş izni verme yetkisi Gürcistan’a aittir.’ cümlesinin başka ne gibi yorumu olabilir? Tabii ki Moskova ve Tiflis, iş biriliği içindeydiler ve dünyayı titreten SSCB yönetimi, kimin Türk, kimin Mesh-Gürcü olduğunu da çok iyi bilmekteydi. Meshlerin sürgün felâketi ve ‘manevî ölümlerine’ üzülen aydınlar, dönüşün neden gerçekleşmediğini biliyorlardı ve asıl engel, işte söz konusu Mesh masalıydı. Çünkü 1956’dan beri Tiflis’in Ahıskalılara dayattığı tez buydu ve buna göre Ahıskalılar, Gürcü soyadları almak şartıyla Ahıska’ya döneceklerdi.
Mektubu yazanların bu kadar acıdıkları halka gelince, onların vatanlarına dönüşü konusunda bu ırkçı Mesh tezinden hareketle yıllarca iğrenç pazarlık yapılmıştır. Gürcü olma şartıyla dönüş pazarlığına aslına bakılırsa yine bu aydınlar öncülük etmişlerdir. Bu mektup da bunun bir delilidir.
Dikkat edilirse mektupta demokrasi, özgürlükler, insan haklarına saygı, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar yerine etnik önyargı ve Gürcü-Mesh olma ilkesi ön plândadır. Oysa aydınları, sürülmüş Ahıskalıların kökenleri ve etnik kimlikleri değil, her şeyden önce haksızlığa uğramış olmaları ve haklarının iadesi ilgilendirmeliydi. Zira aydın olmanın başlıca kriteri budur. Ne var ki mektuptaki mantık ve zihniyete bakılırsa Gürcü aydınlarını en çok rahatsız eden ve üzen husus, Meshlerin Türk sayılmaları ve mağdur edilmeleridir. Ama aydının görevi dine, etnik kimliğe ve kökene bakmasızın insanı ve onun haklarını savunmaktır.
Kısacası bu mektup, Mesh tezinin, Gürcü şovenliği gibi epeyce eski bir gelenekten kaynaklandığı göstermektedir ve ırkçılığın, Gürcistan halkının başına neler getirdiği de ortadadır.
[1] Yunus Zeyrek, Dünden Bugüne Ahıska Türklüğü, Frankfurt, 1995. Y. Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001. Y. Zeyrek, Acaristan ve Acarlar, Ankara 2001.
[2] Latifşax Barataşvili-Klara Barataşvili, Mı-Meshi, Literaturnaya Grüziya, Tbilisi, 1988, Sayı 11, s. 162-163 (Latifşah ve Klara BARATAŞVİLİ, Biz Meshleriz, Tiflis, Literaturnaya Gruziya Dergisi).
[3] Latifşah Barataşvili, 1907 yılında Ahıska’nın Ude köyünde doğmuş, 1984 yılında Azerbaycan’ın Mingeçevir şehrinde ölmüştür.
[4] Yunus Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, s.112