(TOBB Konferans Salonu-Ankara, 27 Kasım 2004)
Ahıska ve çevresinin Türk ahalisi, 14-15 Kasım 1944 gecesi, kamyonlarla demiryolu boylarına getirilerek yük ve hayvan vagonlarına dolduruldu. Bir ay süren ölüm yolculuğundan sağ kalanlar, Orta Asya ülkelerine götürüldüler.
Sürgün halk, on iki sene kamp hayatına mahkûm olarak yaşadı, sonra da kendi hâline terk edildi. Bütün girişimler sonuçsuz kaldı. Yurda dönüşlerine müsaade edilmedi.
Bu sürgünün üzerinden 60 yıl geçti. Bugün, o sürgün faciasını telafi etme yollarını müzakere etmek amacıyla burada toplandık.
Konferansımıza teşrif ederek bu insanlık faciasının açtığı sosyal yarayı sarma çabamıza ortak olduğunuz için Uluslararası Ahıska Türk Dernekleri Federasyonu adına teşekkür eder, yüce hey’etinizi en derin saygılarımla selâmlarım.
Maksadımız ne kimseyi suçlamak ne de bir ülkenin sınırlarını tartışmaktır! Daha önceleri bakanlık yapmış ve bilimle iştigal ettiğini bildiğimiz bir zatın, “Ahıska’da bayrağımızı dikene kadar mücadele edeceğiz!” şeklindeki sözleri, Ahıska Türklerinin düşüncesini ifade etmemektedir. Esasen Ahıskalıların böyle bir dileği ve isteği yoktur. Onlar ana vatanlarında, o ülkenin sadık vatandaşları olarak Türk kimliğinin icaplarıyla yaşamak istemektedirler.
Ortada halkı sürülmüş sahipsiz bir vatan ve uçsuz bucaksız coğrafyalarda hayatta kalma mücadelesi veren, yersiz yurtsuz bir topluluk vardır.
Amacımız, bu mazlum insanlarının yaralarını sarma konusunda, meselenin uluslararası hukuk ve siyaset çerçevesindeki yerini belirlemek; insanlık âlemine ve ilgililere de sorumluluğunu hatırlatmaktır.
Anayurtlarının merkez şehri olan Ahıska ismine nisbetle Ahıska Türkleri denilen bu insanlar, kuzeydoğu Anadolu’muzun beşerî uzantısından başka bir şey değildir.
Ve bu insanlar, bu coğrafyanın bilinen en eski yerlileridir. Gürcistan millî tarihi mahiyetindeki Kartlis Çhovreba, bu insanların ataları olan Buntürk ve Kıpçak topluluklarının daha milattan önce, İskender çağında bu bölgede meskûn olduğunu haber vermektedir. Son Kıpçak Türkleri iskânının da 1118 yılında Ortodoks Kıpçak-Gürcü müttefikliği zamanında gerçekleştiği, yine Gürcü kaynaklarında açıkça belirtilmektedir.
Ahıska ve Artvin sahasında Atabek Hükûmeti olarak yüzyıllarca hüküm süren bu topluluk, 1578 yılında Osmanlı ülkesine dahil olmuştur. 1801 yılında Kafkasya’ya gelen Rusların Osmanlı topraklarına doğru açılma teşebbüsleri sırasında birçok saldırıya maruz kalan bölge, nihayet 1828 muharebeleri sonucu Osmanlı’dan ayrı düşmüş ve Çarlık Rusya’sına geçmiştir.
Bu muharebeleri anlatan tarihin söylediklerini burada anmamak olmaz. Tarihe kulak verilmezse, bu halkın ıstıraplarını anlamamız da zor olur.
Evliya Çelebî Ahıskalıları, “Ehlisünnet vel-cemaat, kuvvetli, şecaatli ve ünlü bir halk” diye tarif etmektedir. 1828 Yılında cereyan eden Osmanlı-Rus Savaşı’nı anlatan Kropatkin adlı bir Rus generali de onlardan şöyle bahsetmektedir:
“Ruslar, muharebeyle almanın zor olduğunu anlayınca şehri ateşe verdiler. Buna rağmen halk, büyük bir kahramanlık ve fedakârlıkla karşı koydu. Her bir ev bir kale gibiydi. Ruslar, bir adım ilerlemek için sellerle kan akıtması gerekiyordu. Onun için her eve ayrı hücum düzenlemeye başladılar. Ahıskalıların yiğitliğini tasvir etmek lâzım değildir. Hiçbir yerde benzeri görülmemiş bir şekilde ateşe atılan kadınlarını hatırlamak, olayı tasvire yeterlidir. Türk kadınları, ellerinde kılıç bulunduğu hâlde Rus askerleri üzerine aslanlar gibi hücum ve savlet ederek savaşıyorlardı. Çaresiz kalan gazi kadınlar, canlı olarak ırzını Ruslara teslim etmeyip, esaret felâketine düşmektense kendilerini diri diri yangın alevleri içine atıyorlardı.”
Bu ifadeleri nakleden Ahmet Muhtar Paşa, bize şunları söylemektedir:
“Mukaddes cumhuriyetimiz bârekallah Türklüğün her eksiğini tamam, her şeyini ikmâl ve ihya ediyor. Hiç şüphe yok ki, bir gün gelecek, muazzam Türk milleti adına can cömertliği ederek insanlık tarihinde emsali görülmedik bir arslanca müdafaada bulunan Ahıska mücahitleri ve gazileri adına münasip bir yerde muhteşem ve muazzam bir âbide dikilecektir!”
Bu âbide dikilmemiş, üstelik bu tarih sayfalarında kahramanlıkları anlatılan insanların evlâdı da hatırlardan çıkarılmıştır. Bu hususu böyle bir topluluğun huzurunda arz ettikten sonra Ahıskalıların bugünkü hâl-i pür-melâline de kısaca temas etmek istiyorum.
Ahıska ve çevresi, 3 Mart 1918 tarihinde Bolşevik yönetimi tarafından Türkiye’ye iade edildi. Misak-ı Millî’ye alınmamış olan Ahıska, 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması’yla yeniden Sovyetler Birliği’ne bırakıldı. Bağlı oldukları ülkenin şerefli vatandaşları oldukları ve hiçbir suçla itham edilmedikleri hâlde, kısa zamanda geri dönecekleri söylenerek 1944 yılında yurtlarından sökülüp atıldılar.
Stalin’in ölümünden sonra ilk defa 1956 yılında sürgünlerin kamp hayatına son verildi. 1968 yılında çıkan bir kararnamede, onların serbest dolaşımı serbest bırakıldı fakat vatana dönüşlerine müsaade edilmedi. Ahıskalılarla aynı tarihlerde sürgüne gönderilen Kuzey Kafkasya toplulukları yurtlarına dönebildiği halde, bütün çabalara rağmen Ahıskalılar vatana dönemedi.
Bu sürgünün sorumluluğunu kimse üstüne almak istemedi. Moskova Tiflis’e, Tiflis Moskova’ya havale etti. Bu sorumlu ve sorunlu başkentler, misli görülmemiş bir kurnazlıkla zavallı insanlarla top gibi oynadılar. Ahıskalılar, dert anlatacak muhatap bulamaz oldular.
Meselenin tarafları bellidir: Bölgeyi 1828 yılında ana parçadan koparan Ruslardır. Bu insanları 1944 yılında yurdundan süren Sovyet Rus rejimidir. Sürgün insanları yurduna bırakmayan da Gürcistan yönetimidir.
Ahıskalılar, Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde, bulundukları ülkelerde yeni acılarla yüz yüze geldiler. Bunun en acı örneği 1989 yılında Fergana vadisindeki olaylardır. Bundan sonra yeni acıların yaşanmayacağını da hiç kimse garanti edemez.
Şurası bir gerçek ki, Sovyetler Birliği’nin varisi olan devlet, bu meselenin çözümünde gerekeni yapmamıştır. Bugün de bu konuyu gündemine almamakta, kendi topraklarında yaşayan Ahıskalılara vatandaşlık haklarını dahi vermemektedir.
*
Ahıska ve çevresini sınırları içinde bulunduran komşumuz Gürcistan, Avrupa Konseyi’ne girerken Ahıska Türklerinin vatana dönüş meselesini halletme sözü vermiştir. Fakat bunun üzerinden altı sene geçmiş olmasına rağmen bugüne kadar hiçbir olumlu gelişme kaydedilmemiştir.
Gürcistan, tarih boyunca aynı coğrafyada birlikte yaşadığımız ve bundan sonra da birlikte yaşayacağımız bir ülkedir. Ahıska Türklerinin milliyetini kabul etme konusundaki tereddütleri, bizim için bir üzüntü kaynağıdır. Bu insanlar Ahıska’dan sürülürken Türk adıyla sürülmüştür. Bugün onlara, “Siz Türk değil Gürcü-Meshisiniz. Türk adıyla Ahıska’ya dönemezsiniz!” demenin tutarlı bir yanı yoktur.
Türkiye’yle ilişkileri gayet iyi zeminde ilerleyen komşumuzun, Ahıska Türkleri konusunda da olumlu bir noktaya gelmesini bekliyoruz. Gürcistan şunu bilmeli ki, Ahıskalılar, problem olmayacak, aksine birçok problemi çözecek bir topluluktur. Onlar bu özelliğini, bugüne kadar yaşmış oldukları sürgün ülkelerinde ispatlamışlardır. Yeter ki bu insanların çiğnenen hukuku ve insanlık hakları iade edilsin. Onların dönüşüyle şenlenecek olan bir Ahıska coğrafyasının Gürcistan’a ne zararı olur? Gürcistan, Ahıska Türkleri gibi samimî ve çalışkan bir vatandaş topluluğu ile daha yakından hissedeceği dost bir Türkiye’nin değerini iyi takdir etmelidir.
*
TBMM, 1992 yılında 3835 sayılı Ahıska Türklerinin Kabulü ve İskânına Dair Kanun’u çıkarmış, bu kanunla bir grup insan getirilerek Iğdır’a yerleştirilmiştir. Bu küçük jest, ıstırap çeken Ahıska Türklüğünün tarihî yarasını sarmamıştır. Bu tarihten itibaren iskânsız göç devam etmiş ve binlerce insan Türkiye’ye gelerek burada beklemediği sıkıntılarla yaşamaya başlamıştır. Sadece ikamet izni için çekilen sıkıntıları burada anlatmak istemiyorum.
Şu veya bu şekilde bin bir ümitle yurdumuza gelmiş olan insanlarımız, perişan vaziyettedir. İkamet, iş, eğitim, sağlık ve sosyal problemlerin yanı sıra, diplomalarının kabul edilmemesi, birçok sıkıntıya sebep olmaktadır.
Bizim bilemediğimiz bazı çevreler, uzaktan yakından ilgisi olmayan kişi ve dernekler, zavallı insanların ümitleriyle oynamakta ve bu ciddî meseleyi sulandırmaktadırlar. Ondan sonra da Ahıska Türklerinin bölünmüşlüğünden yakınmaktadırlar.
Herkes bilsin ki, Ahıska Türklerinin kökü bir, tarihi bir, kaderi bir, ıstırabı ve sevinci birdir. İnşallah geleceği de bir olacaktır.
Bu birliğin kalbi de şu anda bu salonda atmaktadır. Arkası karanlık ve tuzu kuru birkaç kişinin iğfaliyle şurada burada görülen küçük gruplar, bu birliğe gölge düşüremez.
Altmış seneden beri dünya kamuoyu bu insanların feryadını duymamaktadır! Bugün, azametli bir tarihin bu mazlum evlâtlarına kulak vermek zorundayız.
Türkiye coğrafyasının derin vadilerinde yeni etnisiteler peyda etmeye çalışan bir kısım basınımız, insanlığın gözü önünde, vicdanları sızlatan bu acı tabloyu görmemekte inat etmektedir.
Altmış sene önce bir kış gecesi başlayan karanlığın şafağı sökmeyecek midir? Bu insanlar bu kadar sahipsiz midir?
Biz buna inanmıyoruz. Dünyanın en itibarlı ve güçlü ülkelerinden biri olan Türkiye, bu yarayı sarmaya muktedirdir. Ahıskalılar, önceki iktidarların, yıllardan beri sürüp giden bu ıstırabı dindirme hususunda üstlerine düşeni yaptıkları kanaatinde değiller. Onlar, bu oyalamaya son veren ciddî adımların atılmasını beklemektedirler. Artık zaman kaybına tahammül kalmamıştır.
Bugün 400.000 kişi kadar tahmin edilen Ahıskalılar, başta Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Rusya Federasyonu olmak üzere eski Sovyetler Birliği coğrafyasının uçsuz bucaksız köşelerinde binlerce yerleşim biriminde, bin bir zorluk, tehdit ve korku içinde hayat mücadelesi vermektedir.
Bu acıyı dindiren bir siyasî irade, büyük bir şerefe nail olacaktır. Esasen bugünkü hükûmetimize de bu şeref yakışır.
Konferansın, mazlum halkımız ve ülkemiz için hayırlı olmasını diler;
Bu duygu ve düşüncelerle yüce hey’etinizi saygıyla selâmlarım.