Türk Dünyasının ünlü yazarlarından biridir.
1920 yılında Kırım’ın Yalta şehrinin Kızıltaş köyünde doğdu. Çocukluğu kıtlık, yoksulluk, deprem gibi tabii afetler yanında Rus emperyalizminin zulmü ve büyük baskılar altında geçti. Babası Emir Hüseyin, çiftçilikle uğraşan orta halli bir köylü idi. 1931 yılında, babası, amcaları ve akrabaları, komünistler tarafından Urallara sürüldü. Bir yıl işkenceden sonra serbest bırakıldılar.
Dağcı, bu ağır şartlar altında ilköğrenimi köyünde ve Akmescit’te yaptı. Aynı şehirde ortaokulu bitirdi (1938). Kırım Pedagoji Enstitüsü ikinci sınıfında iken İkinci Dünya Savaşı çıktı. 1940 yılında Sovyet subayı olarak savaşa katıldı. Ukrayna cephesinde tank teğmeni rütbesiyle 1941’de Almanlara esir düştü. Almanların bozgunu üzerine esir kampından kurtularak müttefik devletler safına sığındı. 1946’da Londra’ya yerleşti.
Daha ziyade Kırım hayatını, doğduğu memleketi, burada yaşanan Rus zulmünü ve savaşı konu alan romanlar yazdı.
Türkiye’de romanlarını yayımlayan Varlık Yayınevi sahibi Yaşar Nabi’ye gönderdiği hayat hikâyesinde, “Elhamdülillah Türk’üm, Müslümanım ve bu notlarımda yazdıklarımın hepsinin gerçek olduğuna yemin ederim.” ifadesini kullandı.
Türk edebiyatının en güçlü yazarlarındandır. Hüzünlü bir üslûbu vardır. Romanlarında Kırım Türklerinin 1928’den sonra Sovyet komünist emperyalizminin boyunduruğu altında çektiği acıları dile getirir, bir yurdun gasp edilişini anlatır. Aslında konularında büyük sömürü savaşlarında savuşan mantığın boşluğunu dolduran toplumsal çılgınlığın içinde insanın kendini arayışı, zulme başkaldırma haysiyetinin kazanılması gibi evrensel boyutlar vardır. Bunun yanında anlatılan olayların gerçekten yaşanmış olması da eserlerine ayrı bir kuvvet katmaktadır.
Eserleri son yıllarda Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştır.
Bazı eserleri şunlardır: Korkunç Yıllar, Yurdunu Kaybeden Adam, Onlar da İnsandı, Ölüm ve Korku Günleri, O Topraklar Bizimdi, Kolhozda Hayat, Dönüş, Badem Dalına Asılı Bebekler, Üşüyen Sokak, Anneme Mektuplar, Hatıralar, Biz Beraber Geçtik Bu Yolu, Yansılar, Londra Mektupları, Hatıralarda Cengiz Dağcı, Rüyalarda Ana, Küçük Alimcan.
ONLAR DA İNSANDI adlı romanından bir parça:
Söyle toprağım bana, neden seni bırakıp gideyim? Sen benim toprağım değil misin? Benim atalarım burada doğdu, burada büyüdü, burada yaşadı, burada öldü toprağım! Sen kıraçtın toprağım, seni benim atalarım temizledi, ben temizledim. Ellerime bak, kuru, çatlak ellerime! Beni senin taşını, çalını çırpını temizledim, seni cennet gibi güzel yaptım. Şikâyet etmedim, şikâyet mi? Seni temizlerken ne kadar yoruldumsa o kadar sevindim toprağım. Üzüm kütüklerini, tütünlerini kendi ellerimle diktim, çok kere Tanrı’ya su diye dua ederken seni göz yaşlarımla suladım, toprağım. Senin üzümlerin benim için cennet incileridir, tütünlerin altın parçalarıdır. Ben bu dünyada başka hiçbir şey istemiyorum, yalnız seni… seni, toprağım! Yüzyıllardır atalarım sana benim dilimle söyledi, sen benim dilimi dinledin. Sana senelerden beri derdimi döktüm. Ben sonumu burada bekleyeceğim. Seninle yaşamak, seninle ağlamak, seninle gülmek benim dünyada tek muradımdır. Atma beni toprağım! Bil ki bu kalp sensiz hiçtir, boştur, karanlıktır. Ben seninim, beni kabul et! Beni al ve kim gelirse gelsin, üstünde kim yürürse yürüsün, de ki: “Ben, Bekir’in toprağıyım, başka kimsenin değilim! Yalnız Bekir’in toprağıyım; çünkü Bekir kalbini, ruhunu, etini, kemiklerini bütün varlığını bana verdi, gömdü, bana…”
Derken Kuşkaya gürledi, yeşil doruğundan kara dumanlar, topraklar fışkırdı; Kuşkaya koptu; arkası, yanları, tepesi paramparça oldu, göğü savruldu; müthiş bir gümbürtüyle Kızıltaş’ı, Romankoş’u, Ayıdağı’ı, Gelinkaya’yı, Topkaya’yı uykularından sıçratarak Bekir’in derdini, acısını haykırdı ve parçalanmış gövdesiyle, düşmanlardan saklar gibi, Bekir’i, Bekir’in tarlasını örttü.