Yunus ZEYREK
Ekim ayında bir hafta arayla, Yukarı Acara’nın tarihî ailesi olan Hamşioğulları’ndan iki değerli insanı kaybettik. Yakından tanıdığım her iki şahsiyet de adeta birer tarihti.
Hamşioğulları, Acara, Ardahan, Şavşat ve Oltu kolu olmak üzere dörde bölünmüştü. Burada bahis konusu yapacağımız iki şahıs da Acara kolundandır.
Aslan ve Enver Acar Beyler, birer beyefendi insanlardı. Her ikisi de çok kültürlü ve nazik insanlardı. Gürcistan kaynaklı bazı yazılarda Hamşioğlu ailesinin Gürcü bir sülâle şeklinde ifade edilmesinden fevkalâde rahatsız olduklarını defalarca müşahede ettim. Bana defalarca, “Yunus Bey, bizim ailemiz Türk oğlu Türk’tür. Dilimiz Türkçe’dir. Ailede Türk kültürü yaşanırdı. Yer adlarını Türk imlâsıyla söyleriz: Batumi değil, Batum gibi…” derlerdi. Hele bir dergide,“Yukarı Acara’nın Koçaği köyü…” sözü karşısında Aslan Acar kendini tutamamış, “Vay itoğlit, Koçak dememiş! Şu herife iki tane yapıştıracaksın!” diye tepkisini belirtmişti.
Enver Acar, “Biz Gürcü değil Türk’üz. Dedelerimiz, Rus zamanı, Gürcü hakimiyetine girmemek için Ruslarla ilişki kurmuş, doğrudan Petersburg’a bağlı kalmışlardı. Bize nasıl Gürcü derler? Batum hakimi olan Abaşidze ailesi Gürcü taraftarı olduğu için onlarla aramız iyi değildi.” derdi.
Enver Acar’ı ziyaretimizde Şerif Paşanın torunu olan Melâhat Görmüş Hanımefendi de gelmişti. O da, “Ben 1926 yılında Hula’da dünyaya geldim. İlkokula da orada başladım. Lenin ve Stalin’den başka bir şey okutulmazdı. Eve gelip eşiği geçtikten sonra Gürcüce konuşmak yasaktı, Türkçe konuşurduk. Acaralılara Acar denir; Gürcü ise Tiflis’tedir!”diyerek bu etnisite tartışmasına son noktayı koymuştu.
*
17 Ekimde Ankara’da vefat eden emekli Maden Mühendisi Aslan Acar, 1919 yılında Acara’nın Hula nahiyesinde dünyaya gelmişti. Şerif Paşa oğlu Cafer Beyin oğluydu. 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması’yla Sovyet Gürcistan’ına bırakılan Acara’da kızıl rejim yerleşince, eski bir bey ailesi olan Hamşioğulları yüzyıllardan beri hakim bir güç olarak yaşadıkları Yukarı Acara’yı terk etmek zorunda kalırlar.
Çocukluğunda Posof’taki evimizde yıllarca kalmış olan Aslan Acar’la ilk defa ortaokulu henüz bitirmiş olduğum 1972 yılında Ankara’da görüştüm. Bir ağustos akşamı beni gezmeye çıkarmış, Gençlik Parkına götürmüştü. Geç saatte eve dönerken cadde kenarındaki bir kitap sergisinden kitap seçmemi istemişti. Ben de En Güzel Hikâyeler adlı bir antolojiyi seçmiştim. Kitabı alıp imzalayarak bana vermişti.
1994 yılında Ankara’ya yerleştik. Birkaç sene içinde bu şehrin yabancılığından kurtulunca Aslan Acar’ı aramaya başladım. Fakat yıllar önce oturduğu semtte –Maltepe, Çatal Sokakta- yoktu. İzini ve telefonunu bulamıyordum. Nihayet Emekli Sandığındaki dostlar vasıtasıyla adresini buldum. Bir gün, elimde otuz sene önce imzaladığı kitapla kapısının zilini çaldım. Beni görünce çok sevindi. İkimiz de geçen yılların hikâyesini anlattık.
Aslan Amcayla karşılıklı gidip geldik. Tabii ki o yaşlanmıştı ama ben de gençleşmemiştim! Daha çok ben gittim. Dinî bayramlarda ailece ziyaretine giderdik, millî bayramlarda, her ders yılının başında ve sonunda mutlaka telefon eder, hâl hatır ve çocukların okul durumlarını sorardı.
Aslan Amca, Ankara’nın Bahçelievler semtinde, eski, ünlü bir yazarın adını taşıyan sokakta otururdu. Hatta bu yazarla aynı apartmanda komşu olarak yaşamışlardı. Kendisiyle birçok hatıraları olan bu yazarın Suyu Arayan Adamadlı eserini bana vermişti.
Rahmetli Aslan Acar, merakımı bildiği için eskilere gider gelirdi:
“1924 yılında Acara’dan hicretle Posof’un Sinsetip/Yolağzı köyüne geldik. Yıllarca sizin evinizde kaldık. 1929 yılında, kaldığımız evin reisi (dedenizin babası) Rıza Ağa, alçak bir saldırı sonucu ağır yaralandı ve sonra da vefat etti. Babam Cafer Beyle kardeşim Niyazi Beyin mezarları da bu köydedir.
Çocukluğumu, doğduğum yer olan Acara’da değil geçici olarak ikamet ettiğimiz Posof’un Sinsetip köyünde yaşadım. İnsanlığın, çalışkanlığın, dürüstlüğün, sevginin, yardımlaşmanın ve sorumluluğun ne demek olduğunu, o günün şartlarında hiçbir imkânı olmayan bu mütevazı yerde gördüm. İlk defa orada duyduğum çok eski bir Türk atasözünü hâlâ ibretle hatırlarım: Yel kayadan ne koparır! Urama Yaylasında geçen günlerimi hasretle hatırlar, o günleri yeniden yaşar gibi olurum.
Posof’ta üçüncü sınıftan başladığım beş sınıflı ilkokulu, 1933 yılında bitirdim. O zaman Posof’ta ortaokul yoktu. Ortaokulun birinci sınıfını Kars’ta okudum.
Hamşioğlu ailesi mensupları, 1936 yılında mecburî iskâna tâbi tutularak bölgeden çıkarılınca biz Balıkesir’e yerleştik.
Hamşioğlu ailesinin, Gürcülükle bir alâkası yoktur. Bu aile Türk’tür.
Ahıska cephesindeki Türk-Gürcü muharebelerinde Posof Sancakbeyi Ahmet Beyle Hamşioğullarının siyasî düşünceleri farklıydı. Zira Hamşioğlu ailesi, Millî Mücadelede, Türk kuvvetleriyle iş birliği yapmıştır.” [1]
Hamşioğlu Aslan Acar, Y. Zeyrek’in Ankara’daki evinde (16 Haziran 2002).
*
Aslan Acar’ı kaybetmenin tessürünü üzerimizden atamadan bir hafta sonra yeni bir acı haberle sarsıldık. Hamşioğullarından hayattaki en yaşlı kişi olup İstanbul’da ikamet eden Enver Acar Bey de 29 Ekim cumartesi günü bu dünyaya veda etti.
Cemal Paşa oğlu Celil Beyin oğlu olan Enver Acar, 1909 yılında Yukarı Acara’da dünyaya gelmiş, Batum İslâm mektebinde okumuştu. 1924 yılında Türkiye’ye geçince Posof’ta kalmış, gümrük muhafaza memurluğu yapmıştı.
Enver Acar Beyi, İstanbul-Kadıköy’deki evinde birkaç defa ziyaret etmiş, hatıralarını kaydetmiştim. Bu hatıraları adeta yaşayarak, büyük bir zevk ve tahassürle anlatıyordu.
Henüz on iki yaşında iken Batum Sancakbeyi Mehmet Abaşidze’nin kızı İffet Hanımla nişanlanmış fakat bu nişan, düğünle sonuçlanmamıştı.
Ziyaretimizden çok memnun kalan Enver Acar, ne anlatacağını, nereden başlayacağını bilemiyordu. Posof ağzı kullanıyor ve heyecanla: “Ziyaretinle beni çok mutlu ettin, çok… Ne söylesem az gelir. Ah hemşehrim, Posof’ta gördüğümüz samimiyeti nerede gördük?” diyordu.
“Acara’dan ayrıldıktan sonra ilk durağımız Posof’tur. Posof’a çocukluğumda, 1918 yılında, dedem Cemal Paşayla gelip gitmiştim. Kesin gelişimiz 1924’tür. Urama, Sarıçayır, Pırasnavul’u bilir misin? Çocukluğumda, Dursun Beyin terkisinde, Koçak ve Bako’dan, Sarıçayır’a gitmiştim. Yollarda, sulardan geçerken duyduğum atların nal sesleri, hâlâ kulaklarımda çınlıyor.
Posof Beylerini tanımıyorum; hatta onlarla aramız iyi değildi. Posof Beyi Ahmet Bey, Gürcü tarafını tuttuğu için öldürüldü. Abaşidzeler de Gürcü taraftarı oldukları için bizim ailemizle araları iyi değildi. Halit Paşa beni ve babamı çok severdi. Hatta babama bir nişan vermişti.
Ben Posof’un Badele-Türkgözü köyünde Gümrük Muhafaza Memurluğu yaptım. Posof’un hangi deresini sorarsan sor, bilirim! Az mı balık tutuk o çaylarda…”[2]
*
Her ikisiyle de konuşacağımız çok şey vardı. Hele Birinci TBMM’de Batum Mebusu olan Merhum Ali Rıza Acara’nın oğlu Halim Acara da olmak üzere bir araya gelip sohbet edecektik. Ne çare ki dünyanın gidişatı böyle. Her zamanki gibi yine bir şeyler yarıda kalmıştı… Bir ramazan ayında öbür dünyaya uğurladığımız Acar’lara rahmet dilerken, aileye mensup gençlerin onları daha iyi anlamasını arzu ettiğimizi bilhassa belirtmek isteriz.