Yunus ZEYREK
Azgur, Ahıska’nın doğusunda, Tiflis yolu üzerinde, Kür ırmağının kıyısında yer alan tarihî bir kasabadır. Soyadını bu kasabanın adından alan ve hemen her millî şiirler antolojisinde gördüğümüz Ahıska Türküsü adlı şiiriyle tanıdığımız Sayın Fuat Azgur’u ziyaret ettik. Sonbahardan kalma bir aralık günü evinin kapısını bize açan Azgur’la yaptığımız görüşmeyi Bizim Ahıska okuyucularıyla paylaşmak isteriz.
Zeyrek: Sayın Azgur, soyadınız, Ahıska’nın Azgur kasabasından geliyor. Orada mı dünyaya geldiniz?
Azgur: Hayır, Azgur’da değil, 1 Mart 1928 tarihinde, Türkiye’nin Ahıska’ya en yakın ilçesi olan Posof’ta dünyaya geldim.
Zeyrek: Aile Posof’a ne zaman gelmiş?
Azgur: Ailemiz Posof’a 1921 yılında gelmiş. Öyle anlaşılıyor ki, 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan Moskova Antlaşması’yla Ahıska’nın ötede kalması kesinleşince, ailemiz Türkiye’ye göç etmiş ve Posof’a yerleşmiş.
Zeyrek: Aileniz hakkında kısa bilgiler verebilir misiniz?
Azgur: Tabii. Dedem Süleyman Efendi Azgur’da cami imamıymış. İkisi kız dördü erkek olmak üzere altı çocuğu varmış. Babam Ahmet Refik, ortanca oğludur. Dedem Azgur’da vefat etmiştir. Babamı Ahıska’dan İstanbul’a gönderip lisede okumasını sağlamış. O zamanlar lise seviyesinde bir tahsil az şey değildi. Biz, dört kız, iki erkek olmak üzere altı kardeştik. Ben bunların beşincisiyim. Üç ablam Azgur’da dünyaya gelmişlerdi.
Zeyrek: Çocukluğunuz da Posof’ta mı geçti?
Azgur: Hayır, çocukluğum Ardahan’da geçti. O zamanlar savaş sonrası Ardahan’ın bazı köyleri boş kalmıştı. Devlet, ihtiyaç sahiplerine arazi veriyordu. Bize de Ardahan’ın Yalnızçam köyünde arazi verildi. Dolayısıyla benim çocukluğum burada geçti.
Zeyrek: Ailenin Yalnızçam’daki hayatından söz eder misiniz?
Azgur: Babam, Yalnızçam’da amcam Namık’la birlikte çiftçilik ve hayvancılık yapardı. Köyde güzel bir ev yapmış, hatta bir de dükkân açmışlardı. Beslenen hayvanlar, sonbahar mevsiminde Hopa üzerinden İstanbul’a götürülürdü. Elde edilen parayla İstanbul’dan ticarî eşya getirilir, dükkânda satılırdı. 1930’lu yılların sonuna doğru bir salgında hayvanlar telef oldu. Bu hadiseye çok üzülen babam, hayvancılıktan vazgeçti. Hükûmete müracaat ederek memuriyet istedi. Dileği kabul edildi ve Ardahan’a iskân memuru olarak tayin edildi. İlkokulu Ardahan’da okudum.
Zeyrek: Öğreniminiz nasıl devam etti? Sizin Kars’ta merhum Hocamız Prof. Kırzıoğlu’nun öğrencisi olduğunuzu biliyoruz.
Azgur: Ben ilkokulu bitirdikten sonra babam Kars’a millî emlâk memuru olarak tayin edilmişti. Ortaokul ve liseyi Kars’ta okudum. Rahmetli Hocam Kırzıoğlu, hem ortaokulda hem de lisede dersime gelmişti. Kendisini rahmetle anıyorum. Çok değerli bir insan ve büyük bir âlimdi. Bize millet ve vatan sevgisini o vermişti.
Zeyrek: Liseden sonraki tahsil hayatınızı anlatır mısınız?
Azgur: 1947 yılında liseyi bitirdikten sonra Ankara’ya geldim. Mülkiye’ye gitmek istiyordum. Fakat Mülkiye imtihanına daha on beş gün vardı. Bu kadar zaman nerede kalacaktım? Otelde kalmam gerekiyordu! O kadar param yoktu. Samet Ağaoğlu’nun ablası Kars Milletvekili Tezer Taşkıran’a gittim. Bana hem biraz harçlık verdi hem de, “Oğlum seni Harbiye’ye yazdırayım.” dedi.[1] Böylece Kara Harp Okuluna girdim.
Zeyrek: Kaymakam olmak isterken subay oldunuz yani!
Azgur: Evet… Harp Okulunu müteakip Polatlı Topçu Okulundan Topçu Teğmeni olarak mezun olup orduya katıldım.
Zeyrek: Nerelerde görev yaptınız?
Azgur: Bozüyük’te göreve başladım. Bursa’da nişanlandım. O sırada Kore Harbi çıktı. Eniştem bu savaşta hayatını kaybetmişti. Ben de gönüllü yazılarak Kore’ye gittim. Muharebelere iştirak ettim. Bir yıl sonra Kore dönüşü evlendim. Balıkesir, Isparta ve İzmir’de görev yaptım. Bu arada Ankara Hukuk Fakültesinde tahsilim devam ediyordu. Korkuteli Askerlik Şubesinde görevliyken -1959 yılında- fakülteden mezun oldum. Kıdemli Yüzbaşı olarak ordudan ayrıldım.
Zeyrek: Sivil hayatta hangi görevlerde bulundunuz?
Azgur: Danıştay’da tetkik hakimi oldum. Bu arada Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünü bitirdim. Yeni kurulan Anayasa Mahkemesine raportör olarak tayin edildim. 1971 yılında Danıştay üyeliğine seçildim. Uzun yıllar bu görevde kaldım. 1980 yılı başlarında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna atandım.
Zeyrek: Efendim sizin Danışma Meclisi üyeliğiniz de var.
Azgur: Evet, 12 Eylül 1980 tarihinde bildiğiniz askerî harekât yapıldı. Mevcut parlamento feshedildi. Yeni kurulan Danışma Meclisinde Kars Temsilcisi olarak görev aldım. Bu meclisin Anayasa Komisyonu üyesiydim. Anayasanın hazırlanmasında görev aldım.
Zeyrek: Siyasetle meşgul oldunuz mu?
Azgur: Danışma Meclisi üyesiyken Ali Fethi Esener Paşanın Büyük Türkiye Partisi çalışmalarına katıldım. Bu partinin kurucularından ve Genel İdare Kurulu üyelerindendim. Fakat partinin Kasım 1983 seçimlerine katılması veto edildi. Bir daha da siyaset düşünmedim.
Zeyrek: Yeniden başa dönelim. Bir Ahıskalı olarak Ahıska’yla ilişkinizin derecesini sormak isterim.
Azgur: Maalesef Ahıska’yla bir ilişkim olmadı. Annemle babam çok anlatırlardı. Onların dilinden Ahıska düşmezdi. “Oğlum sen Ahıska’yı bir görsen…” diye başlar, “Azgur, Bursa’dan daha güzeldir.” derlerdi. Öyle anlatırlardı ki, Ahıska Türküsü adlı şiirimi onların verdiği ilhamla yazdım.
Zeyrek: Peki Türkiye’de yaşayan eski Ahıskalılardan kimleri tanıyorsunuz?
Azgur: Kars’ta yaşayan Metanları tanıyorum. Ahıska’nın Oşora köyünden Seyfettin Metan ve onun oğulları Nusret ve Alaaddin Metan kardeşler tüccardı. Kars’ta manifatura mağazaları vardı. Seyfettin Metan’ın amca oğulları Asım ve Kâzım Ural kardeşlerin ikisi de eniştemizdi. Yani iki halam, bu iki kardeşle evliydi. Şimdi hepsi rahmetli olmuştur.
Zeyrek: Efendim sizin şâirliğiniz de var. Bugüne kadar neler yazdınız? Kitap var mı?
Azgur: Tabii, şiir benim vazgeçilmezlerimdendir. Bugüne kadar biri Aruzun Meltemiyle, diğeri de Mehmet’im olmak üzere iki şiir kitabım çıktı. Hukuk alanında meslekî yayınlarım da vardır.
Bir soru da Hanımefendiye sormak istiyordum. Ama nasıl bir soru sormalı diye düşünürken Fuat Bey benim yerime soruverdi: “Gülten Hanım, siz Bursalısınız. Bir Ahıskalı’yla evli olmaktan memnun musunuz?”
Hanımefendi samimiyetle ve gülerek, “Elbette…” dedi ve devam etti: “Kayınvalidem çok anlatırdı. O, son nefese kadar Ahıska hatıralarıyla yaşadı.”
Sohbet genişledi. Şurdan burdan derken çaylar geliyordu. Fuat Bey şu tekerlemeyi söyledi:
Çayın biri kaydadır
İkisi cana faydadır
Çıktı üçe, vur beşe
Beşten sonra çay nedir, say nedir…
Hep birlikte gülüyoruz. Fuat Bey, “Gülten şu Gürcüler biraz adam olsunlar da Ahıska’ya gidip dolaşalım…” diyor; o da, “Hay hay…” diyor.
Zeyrek: Efendim bize bu güzel sohbet imkânını verdiğiniz için Bizim Ahıska dergisi okuyucuları adına çok teşekkür ederim.
Azgur: Asıl ben size teşekkür ederim. Siz güzel şeyler yapıyorsunuz. Bizi ihya ettiniz. Anamızın babamızın ruhları şâd olmuştur. Sa’yiniz meşkûr olsun…
Ahıska Türküsü
“Devrilesi Moskof” diye başlayan
Bir türkü söylerdi anam eskiden
Yanık yanık “of! of!” diye başlayan
Bir türkü söylerdi anam eskiden.
Onda bir memleket, bir vatan derdi
Gözümden bir cihan geçer giderdi
Her beytin sonunda, “Ah vatan!” derdi
Bir türkü söylerdi anam eskiden…
Türkü değil mısra mısra öğüttü,
Beni kaç geceler böyle uyuttu,
Dağlar kadar içimde kin büyüttü,
Bir türkü söylerdi anam eskiden…
Bestesinde Aras nehri akardı
Melûl melûl bir memleket bakardı,
Hem nasıl hemşehrim, vatan kokardı,
Bir türkü söylerdi anam eskiden…
Zaman zaman gözlerini silerek,
Derdi “Sensiz bize dünya ne gerek?”
Andıkça kahrolur, dayanmaz yürek,
Bir türkü söylerdi anam eskiden.
Bilemezdim o zamanlar kastı ne?
“Yeter” derdi, “Yeter, yas yas üstüne”
Ahıska üstüne, Kafkas üstüne
Bir türkü söylerdi anam eskiden…
Fuat Azgur
[1] Bu röportajı yaptıktan sonra bir TV programı için yolum İzmir’e düştü. Kordon’da dolaşırken Gurur kadınlarımız Fotoğraf Sergisinde gözümüz bir panoya takıldı. Buradaki fotoğrafın altında şu ifadeler vardı: “Bir erkek okuluna tayin edilen ilk kadın öğretmen Tezer (Ağaoğlu) Taşkıran öğretmen arkadaşlarıyla (1931).”