Orhan URAVELLİ
-AZERBAYCAN’DAKİ AHISKALILAR: SEVİL PİRİYEVA’NIN KİTABI[1] ve KONUNUN BOYUTLARI-
Bir kısmı 1958’den başlayarak Orta Asya’dan toplu şekilde Azerbaycan’a göç etmiş olan ve yaklaşık yarım yüzyıldır burada oturan Ahıskalı Türkler, sosyoekonomik, demografik, etnik ve kültürel açıdan başlı başına bağımsız bir araştırma konusudur. Ciddî şekilde bilimsel olarak ele alınması, uzun süredir gündemdeydi. Ayrıca 1989 Fergana faciası ve sonrasında Özbekistan’daki gerginlik yüzünden çok sayıda Ahıskalının Azerbaycan’a sığınması da konuyu güncelleştimişti.
Bu boşluğu doldurmak açısından Sevil Piriyeva’nın Azerbaycan Bilimler Akademisi A. A. Bakıhanov Tarih Araştırmaları Enstitüsü bünyesinde yaptığı araştırmanın ürünü olan kitabın önemi büyüktür. Halen adı geçen Enstitüde çalışan Araştırma Görevlisi Sevil Piriyeva, Kazakistan’ın Çimkent kentinde doğmuş, liseden sonra 1988’de Çimkent’te Yüksek Meslek Okulundan mezun olmuş ve 1991’de ailesiyle birlikte Azerbaycan’a taşınmıştır. Babası Hüseyin oğlu, Allahverdi Piriyev, Ahıska-Asmiza’nın Koyundere köyünden olup 1944’te Kazakistan’a sürülen Ahıskalıların kaderini paylaşmıştır. S. Piriyeva, 1997’de Baku M.F. Ahundov Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdikten sonra Azerbaycan Bilimler Akademisi Etnik İlşkiler ve Problemler Enstitüsünde çalışmaya başlamış, 2002’de A. A. Bakıhanov Tarih Araştırmaları Enstitüsü Azeri Sürgünleri ve Soykırımı Şubesine geçmiştir.
Ahıskalı Türkler hakkında Azerice birkaç makalesi ve kitabı da bulunan yazarın[2] burada değerlendirdiğimiz kitabı, T.C. Baku Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtım Müşavirliğinin desteği ile yayımlanmıştır. Ahıskalıların Azerbaycan’daki yaklaşık yarım yüzyıllık hayatını değişik boyutları ile inceleyen Piriyeva’nın doğruları ve yanlışlarını ortaya koymak için kitabı ayrıntıları ile ele almayı uygun bulduk.
Aslında kitabın neredeyse yarısı, doğrudan Azerbaycan’daki Ahıskalılarla ilgisi olmayan, birçok kitap ve makalelerde defalarca tekrarlanmış ve artık nakarat haline gelmiş genel tarihî, siyasî ve milliyetçi ‘edebiyattan’ oluşmaktadır. Ne yazık ki Sayın Piriyeva’nın, Yunus Zeyrek, N. Bugay, A. Yunusov’un kitapları ve birkaç makale dışında, bilimsel değeri olan kaynak ve literatürden yararlanmadığı anlaşılmaktadır. Yazar, T. Kukulov, A. Hacılı ve R. Bayraktar’ın araştırma sayılamayacak popüler kitaplarını ciddiye aldığını, kitabın giriş kısmında belirtmiştir. Halbuki Piriyeva, kitabın başında kısa tarihî bilgiler vermekle yetinebilir ve ardından da Azerbaycan’daki Ahıskalı Türkler konusuna geçebilirdi. Çünkü Piriyeva’nın yanlış yöntem ve plânla çalıştığı, kronolojiyi ve meselenin boyutlarını bir birine karıştırdığı, daha önsözden anlaşılmaktadır. Kitapta, 1944 sürgününden önce Ahıska köylerindeki hayat, herhangi bir yeni kaynak kullanılmadan, sosyoekonmik, demografik tahlil yapılmadan gazeteci tarzıyla sayfalarca anlatılmıştır.
Kitabın sonunda Ahıska bölgesinde 1944’e kadar Türklerin oturdukları köylerin listesi yer almaktadır (s. 200-204). Defalarca yayınlanan bu listeyle Azerbaycan’daki Ahıskalılar arasında doğrudan bağlantı yoktur. Üstelik yazar, köy adlarını keyfi bir şekilde yazarak Gürcüce ve Ahıska ağzıyla söylenişlerini birbirine karıştırmıştır. Oysa Ahıskalıların, köy adlarını Gürcü fonetik kurallarına göre değil de Türkçe fonetiğine göre söylemeleri, onların Türk olduğunun önemli delillerinden biridir. Hiçbir Türk Tkemlana, Georgisminda, Plate, Zarzma, Moxe, Xeot, Blordza, İdmola, Kistibi, Soxtevi, Zeyduban, Bilecer demez; Temala, Gorgisimda, Pulate, Zarzima, Muxe, Xoyet, Bolorza, İdmala, Kisetip, Çoxtev, Zetuban, Bolacur der. Ahıska Türkleri, yeradlarının sonundaki Gürcüce ‘i’ sesini hiçbir zaman kullanmazlar.
Kitabın sonunda bilgi ve görüşlerine baş vurulmuş 147 Ahıskalının listesi verilmiştir. Sayın Piryeva, köy adlarının söylenişini onlara sormuş olsaydı, daha doğru bir liste ortaya çıkardı. Öte yandan Piriyeva, bilgi kaynağı olşuturan bu 147 Ahıskalıdan haber alsaydı, Ahıskalıların eskiden beri Meskh veya Meskheti diye adları hiç bilmediklerini, bunun şoven Gürcü araştırmacıları tarafından ortaya atılmış açık bir anakronizm olduğunu tespit edebilirdi.
Ne var ki Ahıskalı Türkleri, Anadolu Türklüğünden ayırarak farklı bir etnik kimlik vermesi ve ‘etnos’ ilân etmesi (s. 13), Ortodoks Kıpçaklardan hiç bashetmemiş olması, 1829 Edirne Muahedesiyle ilgili eksik yorumlar ve sayısız yanlış detaylar, Piriyeva’nın tarihçi olmadığını, Osmanlı tarihi, Gürcilerin etnik ve sayasî tarihi, Kafkasya bağlamında Osmanlı-Rus ilişkileri bir tarafa, Türkiye Cumhuriyeti tarihi ve Sovyet tarihi konusunda bile uzman olmadığını zaten ortaya koymaktadır. Bu yüzden 1944 sürgünüyle Fergana olaylarının sebepleri oldukça yüzeysel ve tutarsız şekilde ele alınmış, kitabın ana konusuyla ilgisi olmadığı halde kitabın hacmini şişirmiştir.
Piriyeva’nın ‘Gerçekten de Türkiye’nin Almanya ile müttefik olma olasılığı vardı. (s. 32) cümlesi de amatörce yorumdur. Çünkü 21.06.1941’e kadar SCCB kendisi Almanya ile müttefikti. Sürgün kararının imzalandığı 31.07.1944 tarihinde Batı’da İkinci cephe açılmışken ve Almanya’nın yenileceği kesinleşmişken Türkiye’nin Almanya ile mittefiklik ihtimalı sıfırdı.
‘Türklerden temizlenen Ahıska topraklarına derhal Ermeniler yerleştirildi’ (s. 206) tezi de asılsızdır ve defalarca yayımlanmış sürgün kararnamesinde, toprak sıkıntısı çekilen diğer bölgelerden Ahıska köylerine azami 32 bin olmak üzere 7 bin Gürcü hanesi iskân edilmesi düşünülmekteydi. Ahıska köylerine Ermeni değil Gürcülerin yerleştirildiği, resmî belgelerde açıkça yazılıdır. Çoğu kent ve kasabalarda oturan Ermenilerse Ahıska arazisine 1829’dan sonra Çar yönetimince iskân edilmişlerdi.
‘Ahıskalıların kendi milli kimliklerini dünya kamuoyuna tanıtmak açısından yaptıkları propaganda, çok yetersizdir’ (s. 47) veya ‘sosyal ve kültürel özdeşleştirme duygusunun geliştirilmesi’ (s. 86) derken yazar, herhâlde Ahıskalıları Türkiye Türklerinden farklı yeni bir ulus olarak görmektedir! Hem böyle bir kimlik propagandası, Sovyet döneminde zaten hayal bile edilemezdi. Ahıskalıların ana dilinin korunması, yaşatılması ve yazı dilinin geliştirilmesi gerektiğini yazar defalarca tekrarlamıştır. Gelgelelim Ahıskalıların dili Türkçedir ve onların ana dili, Yunus Emre, Âşık Şenlik, Zülâlî, Sümmanî ve Veysel’in dilidir. Türkçe dışında onların hiçbir dili yoktur.
Piriyeva, Ahıskalıları adeta 70 milyonluk Türkiye’den, Türk tarihi ve kültüründen koparma gafletine düşmektedir. Mesele, ‘milli kimliği tanıtmak’ değil, çünkü Ahıskalı Türklerin milli kimlikleri sürgüne ilişkin Sovyet resmî belgelerinde zaten belirtilmiştir. Ahıskalı veya Kıbrıslı ya da Bulgarıstanlı olsun, Türk Türk’tür. Üstelik bölgede MÖ kimlerin oturduğu, ortaçağda burada yüzyıllar boyunca ne gibi etnik ve siyasî süreçler yaşandığı, uzmanlık gerektiren ve kitabın konusundan çok uzak hususlardır.
Sadece 500 adet olmak üzere Azerbaycan Türkçesiyle basılmış kitabında yazarın, sınırlı sayıda Azeri okuruna Ahıskalıların Türk kökenli farklı bir etnik topluluk oluşturduklarını ısrarla ve döne döne anlatmasını, doğru bulmamaktayız. Mesele, halkın haklarının iadesi davasını, insan hakları ve uluslararası hukuk açısından gündeme taşımak, kamuoyuna duyurmak ve etkili olmaktır.
Öte yandan Piriyeva, Ahıskalı Türkler hakkındaki bu kitabının, ciddî tarihî, etnografik ve filolojik bir araştırma olmadığını kaydederken (s. 67-68) konunun Sovyet resmî ideolojisi ve milliyetler politikası bağlamında yıllarca yasak olduğunu yazmayı unutuyor. Ayrıca bu yasak, Sovyet döneminde Azerbaycan’da da uygulanmıştır ve 1989 yılına kadar Ahıskalı Türkler hakkında Azerice yayımlanmış hiçbir makale ve kaynak yoktur. Azerbaycan KP MK yayın organı olan Komünist gazetesinin 02.09.1971 tarihli sayısında E. Odabaşov’un yargılanmasına ilişkin ‘Toprak Hırsızı’ başlıklı yazıda, zavallının uyduruk bir suçlamayla hapse atılması yetmezmiş gibi Türk olduğuna dair tek kelime bile yoktur. Aynı gazetede (16.10.1975) Kendi Düşen de Ağlarmış başlıklı yazıda, önce Saatlı’nın Adıgün kolhozunda oturan ve 1974’te Türkiye’ye göç eden Reşat Seyfatov’la ilgili olarak propaganda amaçlı yalan dolu bir yazı çıkmıştı. Yazılana bakılırsa Seyfatov Ankara’ya yerleşmiş ve sonra ‘kapitalist Türkiye’nin acımasız şartları, akıl almaz zorlukları’ sebebiyle yalvararak yeniden ‘Sovyet cennetine’ dönme izni almış ve geri dönmüştü! Oysa Seyfatov KGB oyununun piyonuydu ve Türkiye’ye göç ve SSCB’ye dönüş senaryosu, Ahıska’daki köylerine dönemeyen Ahıskalılar arasında Türkiye’ye göç isteklerini engellemek için uygulanmıştı. Doğrudan kitabın konusuna giren bu hususlara Piriyeva nedense yer vermemiştir.
KGB ve onun Azerbaycan’daki birimlerinin Ahıska’ya dönüş mücadelesini nasıl engelledikleri, Ahıskalı liderleri nasıl takip ettikleri, baskı ve cezalarla nasıl yıprattıkları, asılsız suçlamalarla nasıl yargıladıkları, Ahıskalıların oturduğu köylerde muhbirlerin KGB yetkililerine düzenli olarak raporlar sundukları, halkı oyalamak için ne gibi teşvikler uygulandığı hakkında kitapta tek kelime bile yok. Kısacası koskoca kitapta Azerbaycan’daki Ahıskalı Türklerin Azerî halkıyla birlikte Sovyet totaliter rejiminde yaşadıkları olumsuzluklar yerine, toz pembe hayat anlatılmaktadır.
Enver Odabaşov ve Muhlis Niyazov tutuklandığı zaman (1971) Saatlı’da Parti İlçe Teşkilatı binası önünde Ahıskalı kadın ve çocukların da katıldığı protesto mitinglerinden de söz edilmemiş. Bu mitingde, partili Ahıskalılar, o zaman üyelik kartlarını binanın girişine fırlatmışlardı. 1968 Tiflis gösteri ve mitinglerinden hiç bahsetmeyen Piriyeva, bu eylemlere katılanların çoğunun Azerbaycan’daki Ahıskalılar olduğundan habersiz görünmektedir. Halbuki 1968 Tiflis eylemleri, Latifşah Baratoğlu’nun hatıralarında anlatılmaktadır.
Bu arada yazar, SSCB Yüksek Sovyeti Prezidyumunun 30.05.1968 tarihli Kararı konusunda T. Kukulov, A. Yunusov ve diğerlerinin yetersiz yorumlarını tekrarlıyor ve ‘bütün göçmenler ve sürülenlerin SSCB’nin istenilen noktasında oturmalarına izin verildiğini’ yazıyor (s. 209). Oysa Karar, bu izni yürürlükteki nüfus kayıt mevzuatı ve genel esaslara bağlıyor, dönüş kapısını otomatikman kapatıyordu. Çünkü Ahıska gibi sınır bölgelerine giriş ve iskân, özel izne bağlıydı.
Azerbaycan’da Birinci İskân Aşaması başlıklı bölümde (s. 37-86) nedense hiç ilgisi yokken yazar, 1958 yılını bir tarafa atarak tam 30 yıl sonraki olaylara ve tamamen farklı bir sahaya geçerek 1989’dan itibaren Azerbaycan ve diğer cumhuriyetlerden Türkiye’ye göç eden Ahıskalılardan bahsetmektedir(s. 48). Halbuki göç, 1993’te SSCB dağıldıktan sonra başlamıştır. Bu göçün aslında düzensiz ve keyfi bir şeklide gerçekleştiği de vurgulanmalıydı. İkincisi, Piriyeva Türkiye’ye göç edenlerin çoğunun Azerbaycan’dan göç ettiğini ve bunun neden kaynaklandığını da yazmıyor. Türkiye’de bir milyondan çok Ahıskalı var (s. 50) cümlesi de havadan asılı kalıyor. Aynı şekilde Fergana faciasının ardından Azerbaycan köylerine iskân edilen çok sayıda Ahıskalının, Azerbaycan’daki savaş ve ağır sosyoekonomik şartlar yüzünden 1992’den başlayarak Rusya’ya göç ettiği de kitapta göz ardı edilmektedir. Çorak Muğan çölündeki Sabirabad ve Saatlı’nın, Ahıska bölgesiyle hiçbir benzerliği olmadığı halde Piriyeva, 1958’de başlatılan iskân hakkında şöyle yazmaktadır: “Azerbaycan’ın yerleştiği coğrafi arazinin iklim ve doğasının Ahıska’nın doğasına, manzarasına yakın olduğu da dikkate alınmıştır(s.53).” derken Piriyeva, ilk göçün ayrıntılarını, hangi köye ne kadar kişinin iskân edildiğini, bu köylerin listesini, gelenlerden ne kadarının şartları beğenmeyerek Orta Asya’ya geri döndüğünü, Özbekistan yöneticilerinin, Ahıskalılar Azerbaycan’a göç etmesinler diye ne gibi girişimlerde bulunduklarını, SSCB genelinde Ahıskalıların toplam nüfusuna göre yüzde kaçının Azerbaycan’a iskân edildiğini yazmıyor. İskân edilenlerden ne kadarının Kazakistan’dan gelmiş olduğu da belirtilmemiş. Yazar, göç konusunu anlatmak yerine Sovyet devletinin, Stalin rejiminin ulus politikaları, ideolojik ve siyasî doktrini, Sovyet federalizminin teorik ve tarihî zeminine dair uzun pasajlara yer veriyor (s. 64-67, 87-96) ve sonra da MÖ bölgedeki etnik yapı konusuna dönüyor, en eski çağlardan 20. yüzyıla kadar uzanan tarihî olaylara değinerek Ahıskalıların geçmişinden fragmanlar aktarıyor. (s. 67-86). Ardından Azerbaycan’daki Ahıskalılara dönmek yerine bu sefer Gürcistan’da yapılan anket sonuçlarıyla ilgili Rusça bir makale hakkında kritiklere geçiyor.
Soros Vakfının desteğiyle 1999’da yapılan ve Ahıskalıların Ahıska’ya dönüşleri konusunda Gürcü kamuoyunun tutumuna ışık tutan araştırmanın, kitabın konusuyla doğrudan ilgisi yoktur. Yazar, benzer bir araştırmayı kitabın sonunda listesini verdiği 147 Ahıskalının görüşlerine baş vurarak kendisi yapmalıydı. Böylece Gürcistan’ın tutumu, vatana dönüş meselesi, dönüşün şartları, sosyal ve ekonomik durumu, istihdam, Gürcistan’ın diğer yerlerine iskân, Gürcüce eğitim, Gürcistan vatandaşlığı, Gürcü ordusunda askerlik, Gürcüler ve Ermenilerle uyum sağlama gibi hususlarda Azerbaycan’daki Ahıskalıların somut olarak ne düşündükleri de ortaya çıkmış olurdu. Ama Piriyeva, Azerbaycan’daki Ahıskalılar konusunu yine bir tarafa bırakıyor ve Gürcistan’ı (s. 76-86) anlatıyor, Devlet eski Başkanı E. Şevardnaze’nin 18.05.1993 tarihli, kağıt üzerinde kalan Kararnamesi’ne değiniyor.
Azerbaycan’a göçün ilk etabına (1958-62) ilişkin bölümde yazarın 1989-90 yıllarına geçerek ikinci göç dalgasından bahsetmesi, konuyu karışık hale getirmiştir. Halbuki bunları, 1989 Fergana Olayları ve Ahıska Türklerinin Azerbaycan’da İskân Edilişinin 2. Aşaması adlı bölümde (s. 86-123) ele almak daha isabetli olurdu. Ne var ki bu bölümde 1989 Fergana faciası ve 1990’da Buka (Taşkent Bölgesi) olaylarına kadar şiddet, baskı ve terör sonucu Özbekistan’ı terk etmek zorunda kalan Ahıskalıların Azerbaycan’a göç etmelerinden bahsederken yazar, göçün somut ayrıntılarına yer vermek yerine, olayların sebepleri hakkında gereksiz yere siyasî ve sosyoekonomik analizler yapma gereği duymuştur (s. 86-97).
Sovyet totalitarizmi ile federalizmi arasındaki çelişkinin genel ve somut boyutları gibi bir konu, özerkliği ve belirli arazisi olmayan, SSCB genelinde oldukça küçük bir nüfusa sahip olan ve istisna teşkil eden Ahıska Türkleri gibi marjinal etnik azınlık örneği zemininde tahlil edilemez. Hem Fergana olayları, ayrı bir araştırma gerektiren ve yazarın uzmanlığı dışında kalan çok farklı bir meseledir. Yazara göre, Fergana vilâyetinde Rusça konuşan ve Özbek olmayan şehirli nüfus (Ahıskalılar dahil), yerli halktan daha iyi geçiniyormuş (s. 90-91). Bu hususu, facianın sebeplerinden biri saymak, bizce yanlıştır. Öte yandan, Özbekistan’ın genelde kapitalizm dönemini atladığı doğru olsa da doğrudan sosyalist toplumsal ve ekonomik yapıya geçtiği tezi, kitabın konusunu aşan ve oldukça tartışmalı bir tezdir (s. 95).
Piriyeva, Özbek toplumunun sosyokültürel geriliği ve millî kimlik (Türkçülük) bilincinin yetersizliğini vurguluyor. Oysa millî kimlik bilinci ‘çok gelişmiş’ olan Ermenilerin ve Gürcülerin yaptıkları da ortadadır. Piriyeva, nedense 9 Nisan 1989’da Tiflis’te yaşanan faciadan, ordunun müdahalesinden, SSCB genelinde ‘demokratik’ güçlerin bu sebeple ordu ve partiyi suçlamasından, bunun iki ay sonra Fergana olaylarına nasıl yansıdığından, güvenlik güçlerinin kargaşaya neredeyse on gün gecikmeli olarak müdahale etmesinden bahsetmiyor. Özbekistan’ı terk edenlerin ezici çoğunluğu Fergana dışındaki vilâyetlerden olup önemli kısmı, eşya ve mallarını kargo trenleriyle Azerbaycan’a ve Rusya’ya gönderebilmişti. Gelen Ahıskalıların bir kısmı, Azerbaycan’da kendi parasıyla ev satın almıştı. Piriyeva’nın bu nüfusu, 1989-90 yıllarında Özbekistan’dan Rusya’ya tahliye edilen ve sonra Azerbaycan’ı tercih eden Ahıskalılardan ayırması gerekirdi.
Kitabın ikinci kısmında Ahıska Türklerinin Ekonomik Faaliyet Türleri bölümünde (s. 123-159) birçok önemli tespit var. Fakat hep sürgün öncesi köy hayatı, Ahıska’daki ziraî gelenekler, ekincilik, hayvancılık, bahçecilik, hatta Ahıska’daki elma ve armut türleri uzunca anlatılmış. Ama bunların Azerbaycan’da çoğu pamuk üreten Ahıskalılarla doğrudan ilgisi olduğu söylenemez. Ahıska’daki bereketli toprakların, dağların, bal üretiminin, yaylaların, ormanların, pınarların, değirmenlerin de Fergana olaylarından sonra Azerbaycan’a gelmiş Ahıskalılarla ilgisi yoktur. Yazarın, Ahıska’daki efsanevî hayatı, ormanlarda yetişen masalımsı hurma ve fıstıkları (s.127) sayfalarca anlatmak yerine Ahıskalıların Azerbaycan’daki genel sosyoekonomik durumuna ilişkin somut veri ve rakamlar ortaya koyması gerekirdi. Azerbaycan’ın Toplumsal ve Siyasi Yaşamında Ahıska Türklerinin Yeri adlı üçüncü kısımda nedense Ahıskalıların Vatana Dönüş Mücadelesi Tarihi bölümü(s. 188-205) yer alıyor. Oysa bu konu tarihî bilgiler bölümünde verilmeliydi. Öte yandan Ahıska Türklerinin Kültürel Yaşamı adlı bölümün(s. 160-188), Ahıskalıların Azerbaycan sosyopolitik hayatındaki yeriyle nasıl ilişkilendirildiğini de anlamak zordur. Yazarın bize düğün, nişan, mutfak ve yemeklerden bahsetmeden önce Ahıskalıların ekonomik faaliyetleri, demografisi, toplum yapısı ve etnografyası hakkında ciddî veriler ortaya koyması beklenirdi. Azerbaycan’daki Ahıskalıların nüfus yapısı, köy ve kent nüfusu oranları, 1958’de itibaren nüfus artış oranları, sanayi, tarım ve hizmet sektörlerinde çalışan erkek ve kadınların istatistikleri ve yüzdeleri, işsizlik oranı, erkek ve kadınların eğitim durumu, lise, meslek lisesi, yüksek okul ve üniversite mezunlarının oranları, kişi başına düşen üniversiteli sayısı, Azerbaycan’daki Ahıskalıların erkek ve kadınlara göre ortalama evlenme yaşı, boşanma oranları, Ahıskalı olmayanlarla evlenme yüzdesi gibi hususlar kitapta yoktur. 1992’den başlayarak Azerbaycan’da uygulanan ekonomik liberalleşme ve toprakları özelleştirilme sürecinin Ahıskalılara nasıl yansıdığından da söz edilmiyor.
Öte yandan zengin Azeri kültürü, edebiyatı ve müziğinin, yemek kültürünün Ahıskalıların hayat tarzını, lehçesini, mutfağını, eğlence kültürünü, maddî ve manevî değerlerini ne derecede etkilediğinden de bahsedilmemektedir.
Ahıskalıların Azerbaycan’a iskânıyla ilgili olarak SSCB Bakanlar Kurulunun 17.06.1958 tarih ve 1903 Sayılı Kararıyla Azerbaycan SSC Bakanlar Kurulunun 24.07.1958 tarihli Kararı gibi arşiv belgeleri, kitapta yer almaktadır. Bu açıdan bakınca, Piriyeva Ahıska Türkleriyle ilgili literatüre önemli bir katkıda bulunduğu söylenebilir.
Konunun sadece Azerbaycan’daki Ahıskalılar konusuyla ve 1958-2005 dönemiyle sınırlı tutularak, ayrıca uzmanların eleştirileri ve yukarıdaki hususları da kapsamak suretiyle gözden geçirildikten sonra, bu kitabın Türkçe veya başka dillerde yayınlanması da iyi olur.
İşaret ettiğimiz eksikliklere rağmen Ahıska Türkleri konusu üzerinde bir emeğin ürünü olması bakımından bu çalışmayı kutlamak gerekir. Yazara, bundan sonraki araştırmalarında başarılar dileriz.
[1] Sevil PİRİYEVA, Ahıska Türkl∂ri Az∂rbaycan’da (tarixi, sosial-m∂d∂ni h∂yat), Elm Yayınevi, 2005, Baku, 264 s. (Azerbaycan Türkçesiyle)
[2] Allahverdi PİRİYEV ve Sevil PİRİYEVA, Ata Yurdum Ahıska, Baku, Mütercim Matbaası, 2001, 256 s.