Minayat Hanım, kendinizi tanıtır mısınız?
Adım Minayat. Ahıska’nın Asmiza kasabasındanız. Ailem, 1944 sürgününde Kazakistan’ın Çimkent-Sayram’a düşmüş. 1954 yılında Kazakistan’da dünyaya geldim. Annemlerin anlattığına göre sürgün yılları çok zor geçmiş. Savaş zamanı olduğu için babam cephedeymiş. Volgagrad’da yaralanmış. Bir askerî hastanede üç ay tedavi görmüş. 1945 yılının şubat ayında Ahıska’ya dönmek üzere yola çıkmış; Borcom’a kadar gelmiş. Oradan öteye bırakmamışlar. “Sizin millet artık burada yok! Sen de oraya gidemezsin!” demişler. Nereye gittikleri konusunda da bir bilgi vermemişler. Trenlerle ailesini aramış. Kazakistan’a vardıktan sonra her istasyonunda ailesini ve akrabalarını sormuş. Nihayet iki ay sonra Sayram’da ailesine kavuşmuş.
Babanızdan ve ailenizden söz eder misiniz?
Babamın adı Yayla İskenderoğlu. Babam, 1921 doğumlu, annem ise 1934 doğumlu. Babamın babası zaten Asmiza’da vefat etmişti. Sürgün zamanı annesi, erkek ve kız kardeşleri varmış. Ailemizden babamla birlikte beş kardeş savaştaymışlar. En küçüğü yaşı tutmadığı için savaşa alınmamış. Babam, Tiflis’te üniversitede okurken savaşa gönderilmiş. Savaşa giderken Tiflis Üniversitesi Kimya Bölümü 3. sınıfındaymış. Tahsilini tamamlayamadan savaşa götürmüşler. Babaannem, bir oğlu ve kız çocuklarıyla birlikte sürgüne gönderilmişler.
Babanız Kazakistan’a gittiğinde aileden kimleri bulabilmiş?
Kardeşleri varmış, kız kardeşleri varmış, onlar evliymişler.
Siz Sayram’da mı dünyaya geldiniz?
Evet, annemle babam Sayram’da evlenmişler; ben de 1954 yılında burada dünyaya gelmişim.
Peki okul hayatınızdan bahseder misiniz?
Biz 1958 yılında Sayram’dan Cambul’un Mikhaylovka denilen bir köyüne göç ettik. Orada babamın dayısının oğulları varmış. Hep bir yerde olalım diye. Okula yedi yaşımdayken başladım; 17 yaşımda bitirdim ve o sene üniversiteyi kazandım. Cambul Pedagoji Enstitüsü Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazandım. Burayı, 1977 senesinde bitirdim. Üniversiteyi kazandığım sene annem vefat etti. Biz dokuz çocuktuk. İlk çocuk ben olduğum için bu çocuklar bana kaldı. O sene okula devam edemedim. Bir sene okulu dondurduk. Babam, seneye gidersin kızım, dedi. Ama babam da o sene acıya dayanamayarak vefat etti. Dokuz çocuk biz yalnız başımıza kaldık. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama akrabalarımız toplandılar, çocukları, yani kardeşlerimi kendi aralarında bölüşmek istediler. Bölüşerek bakalım, büyütelim dediler. Ama ben kabul etmedim. Hep beraber kaldık. Bir kardeşim de Cambul Üniversitesi Ekonomi Bölümünü kazanmış ve orada okuyordu. İkimiz okulu bitirdik. Kardeşim normal eğitimi tamamladı. Ben sadece sınavlara gidip geliyordum, dışarıdan bitirdim.
Ne zaman ve kiminle evlendiniz?
1979 senesinde evlendim. Eşim Emirhan, Ahıska’nın Oşora köyünden olup kendisi Makine Mühendisidir; o da okulu aynı şehirde, yani Cambul (Taraz)’da bitirdi.
Peki üniversiteyi bitirdikten sonra neler yaptınız? Yani meslek hayatınız…
Okul müdürü iyi bir insandı. Benim durumumu biliyordu ve ben de başarılı olduğum için beni ilk sınıftan işe aldı ve öğretmenlik yapmaya başladım. Önceleri ilkokul öğretmenliği yaptım; daha sonra okulu bitirdikten sonra 7-8. sınıflara ders vermeye başladım. Ağabeyim de üniversiteyi bitirmişti ve evlendirdik, benden küçük kız kardeşim de üniversiteyi kazandı. 1973 yılında, 19 yaşında öğretmenliğe başladım. Evlendikten sonra eşimin anne babasının oturduğu Çimkent’e taşındık. O da üniversiteyi bitirmişti, orada çalışmaya başladı. Ben de orada öğretmenliğe devam ettim.
Gürcistan’a ne zaman geldiniz? Niçin geldiniz?
1986 yılında da Gürcistan’a göç ettik. Kayınpederim (Fazlı Kulayev) devamlı vatan konusunda çalışmalar yapıyordu. Vatan davası için 15 defa Moskova’ya gidip gelmişti. Devamlı vatana dönüş konusunda toplantılara katılıyordu. Vatan için çok çalışıyordu. Gürcistan’ın Xaşur şehrine geldik. İlk başta Gürcüler bizi kabul etmek istemediler ve ikamet izni vermediler. Biz de izin olmadığı halde yerleştik. Üç ay sonra bize vatandaşlık vermek zorunda kaldılar. Bir ev satın aldık ve sadece bizi mecburen kabul ettiler.
Pasaportunuzda Türk yazıyordu ve öyle kabul ettiler değil mi?
Evet, zaten pasaportlarımızda Türk yazıyordu ve öylece de kabul ettiler.
Peki konu komşu sizi nasıl karşıladı?
Bir problem yaşamadık. Onlarla iyi geçiniyorduk. Zaten ben hemen bir okulda Rusça öğretmeni olarak göreve başladım. Doğrusu bize iyi davrandılar. Gürcistan’a taşındıktan sonra görümceme düğün yaptın. İnanır mısınız bu düğünümüze bütün komşular geldi, aynı sofraları paylaştık.
Şimdi Gürcistan Hükümeti diyor ki, bizim kamuoyumuz hazır değil, sizlerin dönüşünü istemiyor. O zaman bu iddia doğru değil mi?
Dedim ya bizi çok iyi karşıladılar. Ama Sovyetler dağılmaya başladıktan sonra, Gamzahurdiya göreve geldikten sonra fikirler değişmeye başladı! Ondan önce ilişkilerimiz iyiydi. Gelip gitmemiz vardı. Bazı mahallî gazetelerden gazeteciler gelirdi. Durumumuzu sorar, röportaj yaparlardı. Naile Gilaşvili adlı bir bayan gazeteci gelirdi devamlı. O Tiflis’ten geliyordu. Konu komşu ona bizim hakkımızda, “Bizim toprağın insanları” diye bahsederdi.
Peki bu konuda herhangi bir gazetede makale, yazı filan çıktı mı? Yoksa yayınlamasına izin mi verilmedi?
O konuda tam bilgim yok, olsaydı herhalde okurdum. O bayan gazeteci, komşularımıza şöyle derdi: “Bunlar bizim toprağın insanları. Bunlara iyi davranın; çünkü bunlar bu topraklarda bizden daha önceleri vardılar.” Bu tür açıklama yapması komşuların bize olan bakış açısını olumlu yönde daha da değiştiriyordu.
Peki bu huzursuz ortam ne zaman başladı?
1989 senesine kadar her şey iyiydi. 1989 Fergana olayları olduktan sonra huzursuzluk başladı. Çünkü Xaşur’da biz yaklaşık altı aile olmuştuk. Bizim de Özbekistan da akrabalarımız vardı.
Bursa’da oturan Bahadır Metenov’u tanıyor musunuz?
Tabii, biz Gürcistan’da aynı yerde yaşıyorduk.
Fergana olayları sonrasında iyi ilişkiler içinde olduğunuz komşuların size karşı tavırları değişti mi? Bu tavırları ne şekilde ortaya çıktı?
Tabii ki değişti. Bahadır dediğiniz kişinin kızı ve akrabaları Özbekistan’daydı. Bu olaylar sonucunda oradan canlarını kurtararak buraya Xaşur’a, Bahadır Beyin yanına geldiler. Eşyaları da vagonla getirdiler. Aslında Gürcü komşularımız genellikle canı yanan insanlardı, kötü şeyler düşünmezlerdi. Emir yukardan geliyordu. Halk arasında bizim hakkımızda dedikodular, ne bileyim bunlar bizi öldürecekler, hepsi buraya dökülecek, topraklarımızı ellerimizden alacaklar, bunlar gizli toplantılar yapıyorlar, dışardan misafirleri geliyor vs. türünden söylentiler dolaşmaya başladı. Bahadır Beyin kızının eşyaları gelince, Gürcüler bir toplantı yaptılar ve biz bunları burada istemiyoruz diye gösteri yaptılar.
Demek ki, “Biz bunları istemiyoruz!” diye gösteri yaptılar? O güne kadar bir şey demeyenler birdenbire nasıl değiştiler?
Aslında konu biz değildik, daha doğrusu Özbekistan olaylarından sonra millet buraya gelecekti. Gürcüler, biz şimdi izin verirsek hepsi buraya gelir. Bu insanların evleri yok, işleri yok, bu da bize sıkıntı olur diye düşünmeye başladılar. Sonra şehir girişlerine nöbetçiler konuldu. Kimse habersiz gelmesin diye. Bizim mahallenin iki tarafındaki girişine nöbetçi konuldu. Bunlara misafir filan da gelmemeli diyorlardı.
Bu nöbetçileri kim koyuyor, yani mahallî yönetim mi, yoksa yukarıdan mı?
Hayır, bunları halk organize ediyordu. Tabii halka da emir valilikten geliyordu. Çünkü bunu oradakiler düşünemezdi veya yapmazlardı. Bu olayın ardından bir toplantı düzenlendi. Biz bu toplantıda yoktuk. Toplantıda vali şöyle demiş: “Biz bunlara tepki göstereceğiz, bunun yolunu açarsak devamı gelir. Siz ister misiniz ki sizin mezarınızın yanında Müslümanların mezarı olsun?” diye halka sormuş. Bu olayları ve konuşmayı da komşularımız toplantıdan sonra bize anlattılar. Tabii her gün toplantı yapılmaya başlandı. Bunlar buralardan gitsinler diye. Bu arada bizim eve gençler geldi. 24 saat içinde buradan gitmezseniz sizi öldürürüz diye tehdit ettiler. 1989 yılının haziran ayı idi, çocuğum henüz bir aylıktı. Her şeyimizi toparladık. Tarladaki patates ve ürünleri de topladık. Gideceğiz ama yol paramız yok. Kazakistan’daki evlerimizi sattık.
Nereye gidecektiniz?
Azerbaycan’a. Orada Kazak ilinde akrabalarımız vardı. Görümcem orada yaşıyordu. Canımızı kurtarmak için oraya gidelim dedik. Doğum paramı almamıştım. Paramız da yoktu. Dedim ki gidip o paramı alayım, elimizde para olsun. Kaymakamlığa gittim. Orada herkes beni çok severdi. Hem çocuklarının öğretmeniydim hem de iyi ilişkilerimiz vardı. Tabii oradakiler olup bitenlerden haberdardı. Beni teselli etmeye çalıştılar. Öğretmen arkadaşlarım da oraya geldiler. Ben onları görünce dayanamadım, ağlamaya başladım. Niçin ağladığımı sordular. Bize yapılanları anlatım, 24 saat süre verdiklerini söyledim. Onlar da üzüldüler ve tepki gösterdiler. Maaşımı aldım. O dairenin müdür yardımcısı, valiliğe gitti. Bir toplantı düzenledi. Sizi bırakmayacağız dediler. Beni de çağırdılar. Çocuğunu birine bırak sen de gel dediler.
Toplantıyı nerde yaptılar?
Açık bir alanda yapıldı. Orada bulunanlara öğretmen arkadaşlarım sordu: Bu kadından veya bunlardan hanginize bir kötülük geldi, kime bir söz söylediler, neden böyle yapıyorsunuz? Benim öğrencilerimin anne babaları çıktı: “Biz ve çocuklarımız onu çok seviyoruz. Bu hanımdan bizim bir şikâyetimiz yok!” Ben onlara dedim ki, “İyi ama bizim eve gelen gençler, 24 saat içinde burayı terk etmemizi söylediler!” Onlar, “Sen rahat ol. Biz sizin evin etrafında nöbet tutarız. Kimseyi evinize bırakmayız.” dediler. Diğer bizim ailelere de bu tür tehditler, mektuplar geldi. Onlar gittiler. Olaylar bu tarzda gelişti. Bir sene sonra, çalıştığım okulda müdür yardımcısı görevine getirildim.
Sonra nasıl ve ne zaman çıktınız Gürcistan’dan?
Tabii olaylar böyle gelişince orada güvenliğimiz kalmadı. 2000 yılında Gürcistan’dan ayrıldık.
Ayrıldığınız zaman Azerbaycan’a mı gittiniz?
Hayır, oradan Türkiye’ye geldik. Bursa’ya yerleştik.
Gürcistan’da Xaşur’da iken Ahıska’ya gittiniz mi?
Evet, 1994 yılında gittim. Ben öğretmen olduğum için öğrencileri devamlı gezilere götürürdüm. Bir geziyi de Asmiza’ya istedim. Gezi plânını Varziya’ya gitmek şeklinde hazırladık, ama asıl amacım Asmiza’yı görmekti. Çünkü Varziya’ya giderken Asmiza’yı da göreceğiz. Küçükken babam Asmiza’yı çok anlatırdı. O kadar çok ve detaylı anlatırdı ki, gözle görmemiş olsam da her şeyi biliyordum. Asmiza’ya girdiğimizde kalbim küt küt atmaya başladı.
Yani bir okul gezisi bahanesiyle kendi köyünüzü ziyaret etmiş oldunuz!
Evet, yanımızda bir öğrencimin annesi de bulunuyordu. Otobüsü durdurun, dedi. Bu insin, burası bunun baba yurdu, dedi. Zaten Asmiza tabelasını okuduktan sonra beni bir titretme aldı.
Peki babanızın evini gördünüz mü?
Evet gördüm. Babam hep anlatırdı, oradaki Mehriban diye bir komşuları varmış ve onların bahçesinden hep alma çalarlarmış. Babam çocukluğunu o kadar güzel anlatırdı ki her şey aynıyla aklımdaydı. Asmiza toprağına ayak bastığımızda beynime kan vurdu zannettim. Sanki şuurumu yitirmiş gibi kendimi yere attım ve toprağı öpmeye başladım. Toprağı alarak gözlerime sürdüm. Babam, annesinin mezarına Asmiza toprağı dökmeyi çok isterdi. Ben de çok istiyordum. Zaten babam Asmiza’yı çok severdi.
Orada çok insan yaşıyor mu, kimler yaşıyor?
Asmiza’nın doğusunda yaşayanların çoğu Gürcü. Onları diğer kasabalardan getirip oraya yerleştirmişler. Orada Ermeniler azınlıkta bulunuyor, Ahıska’da ise Ermeniler daha çoğunlukta. Tabi Ahıska’da sayıları az olsa da Acaralılar da var.
Gürcistan hayatınızda unutamadığınız bir hatıra var mı?
Ben orada okulda çalışıyordum ve çocuklarım da o okula gidiyorlardı. Orada devlet nezdinde düzenlenen bir olimpiyatta büyük oğlum birinci oldu. Yarışma devlet yarışması olduğu için kazananlara sınavsız üniversitede okuma hakkı tanınıyordu. Çok zor bir yarışma olmasına rağmen oğlum bu yarışmayı kazanmıştı. Sonra oranın Millî Eğitim Müdürü geldi ve aramızdaki konuşmada şunu söyledi: “Ah bu çocuk keşke Gürcü olsaydı. Çok zeki, fakat Türk olduğu için buna böyle bir şansı vermeyecekler. Aklını kullanacaklar ama ileriye gitmesine izin vermeyecekler.” Oradaki anlayış, bizim soyumuzun Gürcü olduğunu iddia ediyorlar fakat bize Türk muamelesi yapıyorlar! Büyük bir çelişki! Ben bu saçmalıkları çocuğuma nasıl anlatabilirim ki…
Peki çocuğunuzu üniversiteye kabul etmeyecekler miydi?
Üniversiteye kabul edeceklerdi ama diğerlerine verilen imkânı vermeyeceklerdi. Hep önünü keseceklerdi. Zaten, kazanmasına kazandı ama okuması biraz zor dediler. Bu olay, 2000 yılında oldu. Yaşanan olayları örnek verecek olursak oradaki bir Gürcü aile katiyen kendi kızlarının bir Türk’le evlenmesine müsaade etmezdi. Benim yeğenim bir Gürcü kızını sevmişti. Üniversitede iken tanışmışlar. Ama ailesi müsaade etmeyince olmadı. Tabii o zaman anladık ki, oğlumuzu okula almadılar, kız vermediler, artık burada yaşanmaz.
Ahıska’nın diğer bölgelerine de gittiniz mi?
Evet gittim. Şehirdeki eski camiyi, Ahmediye’yi ziyaret ettim. Zaten üstüne haç dikmişler. Kapılarına haç işareti koymuşlar.
Ben de Ahıska’yı 1996 yılında ziyaret ettim. O caminin fotoğraflarını çektim. Fakat müzeyi gezmemize müsaade etmediler. Şimdi biz Federasyon olarak vatan meselesini gereken mercilerde, Avrupa Konseyi’nde takip ediyoruz. Ocak ayında uluslararası bir konferans düzenleyeceğiz. Koblıyan köyleri bomboş. Biz halkımızın oralara dönmesini istiyoruz. Bu faaliyetlerimizden olumlu bir sonuç elde edeceğimizi düşünüyor musunuz?
Öyle bir siyasî propaganda yapıldı, Gürcüler bizim halkımızın vatana dönmesini istemiyorlar!
İstesin, istemesin, ben sormayacağım ki, vatan köyleri boş! Gürcistan bir kanun çıkardı ama bu kanunda çok eksik ve yanlışlar var. Topluca göç olduktan sonra kim ne diyecek ki?
Tabii topluca bir dönüş olursa olur. Bir sorun yaşayacağımızı sanmıyorum. Ama onlar, ayrı ayrı bölgelere üç beş aile şeklinde olsa olur diyorlar, plânları da bu yönde.
Zaten kanun öyle diyor ki, ayrı bölgelere yerleştirilecekler, kota uygulaması, Ahıska olmayacak, Bizim halkımız buna razı olmaz ki.
Evet olmuyor.
Bunun bir örneği de sizsiniz! Okul konusunda problem, hukuk konusunda problem yaşanıyor. Halkın iyi davranması ve yakınlığı işe yaramaz ki. Hukukunuz olmazsa birçok zorluk yaşanır.
Orada yaşadığın zaman onların geleneklerine uymanı istiyorlar. Bayramları ve özel günlerinde çıkıp tarlada çalışamazsın. Çalıştırmazlar. Bayram günü toprak oynamayacak diye inançları var. Bayramlarda iş yapılmaz, ekin ekilmez çamaşır asılmaz vs. Sonuçta bunlara uymak zorundasın. Vatana kavuşmak için birlikte hareket etmek lâzım. Öyle kazanırız.
Vatana toplu hâlde gidilmesi lâzım. Biz de böyle düşünüyoruz. Teşekkür ederiz.