Bugün bu konferans vesilesiyle sorunumuzun, Türk kamuoyunda, sivil toplum kuruluşları nezdinde, siyasî hayatta ve alanda gündeme gelmesine, daha iyi anlaşılmasına vesile olmasını temenni ettiğimiz bu konferansın başarılı geçmesini diliyorum.
Ben konuşma akışı içerisinde, kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Teknik bilgileri Federasyon Başkanımız verdi.
Ben daha çok mesleğim gereği birkaç konuya dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan birincisi şu: 63 yıl önce vatanlarından ayrılan, sürgünde yaşayan Ahıska Türklerinin içinde bulunduğu bu dramın bir gerçek tarafı var. Yani gerçeğin gücü, hakikatin gücü diye bir olayla karşı karşıyayız ve bugün o hakikatin gücünü biz gerek Türk kamuoyuna, gerekse dünya kamuoyuna tam anlatabilmiş değiliz. Bu kendi yurtlarından uzaklaştırılan toplumun vatansız yaşama hâlidir. Evvela bu hakikati çok iyi anlayan, yaşayan, ıstırap içerisinde bulunan Ahıska Türklerinin, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu’nun da belirttiği gibi Anadolu Türkleri ile olan o büyük paydasına rağmen kendi iç kamuoyumuzda anlatılamamış olması, eksik anlatılmış olması kabul edilemez. Yani gerçeğin, hakikatin gücü bu konuda kendini göstermemiştir, göstermelidir.
Sadece bir vesileyle bilgi sahibi olunduğunda buna gönül dayanmaz, bu kadar ortak paydanın büyük olduğu bir varlığın bilinmemesi izah edilemez. Dolayısıyla evvela Ahıska Türklerinin bu konuyu düşünmesi lâzım. Yani biz niçin tüm kamuoyuna daha yaygın bir şekilde kendimizi anlatamadık?
Evet bilen biliyor, acı çeken biliyor ama duyduğun zaman bütün kalbiyle bu probleme sahip çıkacak insan varlığı bu ülkede çok. Kendimizden, çevremizden bunu biliyoruz. Kim biliyorsa bu soruna sahip çıkıyor ve hiçbir siyasî anlayış buna uzak duramıyor. Çünkü bir hakikat var. Bu hakikat gönülleri yaralıyor, vicdanları sızlatıyor ve bir çözüm arıyor. Dolayısıyla Ahıska Türkleri hem Türkiye’de bulunan, faaliyet gösteren insanların kendi iç dayanışmalarının muhasebesini, anlayışını ve bu sorunu iletme hususunda bugüne kadarki eksiklerini mutlaka yenilemelidir, gözden geçirmelidir. Sorumluluk bu örgütlere düşmektedir.
Bir kısım tutum ve davranışlar, problemin anlaşılmasına zarar vermektedir. Bu arkadaşlarımız öz muhasebesini yapmalıdır.
Bir başka husus da Türkiye-Gürcistan ilişkileri, tarihin en iyi dönemini yaşamaktadır. Tabiî ki bu büyük bir fırsattır. Gürcistan, siyasî ve ekonomik bakımdan çeşitli zorluklar içerisindedir ama Türkiye ise bölgesinde yükselen bir güç, bir denge unsuru ve bütün ülkelerin özellikle komşu ülkelerimizin iyi ilişkiler kurma konusunda Rusya Federasyonu dahil, Kafkaslardaki ülkeler dahil, özen gösterdiği bir zaman dilimindeyiz. Dolayısıyla biz bu dönemi, Ahıska Türklerinin sorunlarını çözme konusunda iç kamuoyumuzu, siyasî partilerimizi, parlamentomuzu daha yoğun bir ilgiye sevk etmeliyiz. Bu konuda parlamentoda gerekli desteğin olacağı konusunda hiçbir endişe taşımıyoruz.
Nitekim 16-20 Nisan 2006’da Türkiye’yi ziyarete gelen ve Gürcistan’da oluşturulan geri dönüş komitesinin başkanı ve Devlet Bakanı Haindrava ve arkadaşlarıyla yapılan görüşmelerde, Dışişleri Bakanlığı ile üniversitelerde, sivil toplum kuruluşlarıyla, milletvekilleriyle yapılan görüşmelerde bu konu kendisine çok net ifade edilmiştir. Türk Parlamentosunun Gürcistan’la Türkiye arasındaki ilişkileri iyileştirmesi konusunda meclisinin destek vereceği bizzat kendisini ifade edilmiştir.
Ama biz Ahıska Türklerinin geri dönüşünü önemsiyoruz. Bunun bizzat ifade edilme imkânı bulunmuştur. Esas hadisenin özü bu dönemde ve bu siyasî ilişkilerin iyi olduğu dönemde, Gürcistan’ın iç sorunları, Sovyetlerle olan ilişkilerinin kötü olduğu bu dönemde bizim bunu hızlandırmamız lâzım. Belki de bu konuda en önemli nokta Dışişleri Bakanlığının belki bu konuya şimdiye kadar süreç içerisinde en dikkatle baktığı bir dönemdir. Gerek bürokratik anlamda gerekse siyasî anlamda Dışişleri Bakanlığı konuya sahip çıkmıştır. Nitekim geri dönüş komitesi başkanı Devlet Bakanının geldiği zaman, iki ülke arasında bir protokol de imzalanmıştır. Gürcistan’a geri dönüşle ilgili faaliyetlerde Türkiye’nin ekonomik ve teknik destek vereceği ek protokolle ortaya konmuştur.
Ben üçüncü olarak da iç kamuoyumuzun çok ilgilendiren bir hususa dikkati çekmek istiyorum. Biraz önce konuşmaların başında sunulan kısa film sırasında Sovyet Savunma Komiserliğinin bölgesel Gürcistan sınırında yerleşen unsurları Türkiye ile olan ilişkileri, iç güvenliği sağlamaya yönelik teklifini, gerekse Stalin’in verdiği cevapta birkaç cümleye dikkat çekmek istiyorum. Türkler ve Kürtler. Ortak paydanın büyüklüğü Sovyet döneminde bile bir bölgesel sorun gibi algılanarak ve Rusya’nın Türkiye ile olan ilişkilerine ve bu bölgede yaşayan Müslüman nüfusun Türkiye’ye yönelik niyet ve gayretlerinde ve işbirliğinden endişe duyarak, bu iki unsuru bir başka unsur da katarak Orta Asya steplerine sürme kararı alıyor. Bu noktalara dikkat etmemiz gerekir. Büyük parçaya verilmek istene zarar ve aşındırma faaliyetlerine dikkat etmemiz gerekir. Özellikle son bir haftada yaşanan olaylar, ana gövdeyi birçok yönüyle rahatsız etmiştir. Bundan da herkes itina ile kurtulmalıdır. Evet, kardeşlik hukukunu geliştireceğiz ama ana gövdenin de temel değerlerini aşındırmaya kimsenin hakkı olmadığını ifade edeceğiz. Evet, sorun sahibinindir, sorun bizimdir. Bizim sorunlarımıza hiç kimsenin, bir başkasının kendi sorunuymuş gibi sahip çıkması söz konusu olamaz.
Toplantıya vesile olan herkese teşekkür ediyorum. Sonuçların da bu bölgemizde Ahıska bölgesinde yaşayan Türklerin hafifletici yönde bir etki ortaya koymasını temenni ediyorum. Saygılar sunuyorum.
*Sami GÜÇLÜ Konya Milletvekili-Eski Tarım Bakanı